Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Tevrat İŞLEYEN


ALLAH KORKUSU

ALLAH KORKUSU


Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği nimetlere ne kadar şükretsek azdır. O sebepledir ki, biz kullarına bunca ihsan ve ikramda bulunan Allah’ımıza karşı, kıyamet gününde mahcup olmamak adına elimizden her şeyin en iyisini yapmak asli görevimiz olmalıdır. Malum! Korku türlü türlüdür. Meselâ, günahkârların korkusu cehenneme girmek, sıratı müstakim üzere yaşayıp ibadetle meşgul olanların korkusu cennete girememek, ariflerin, velilerin korkusu ise Cenâb-ı Hakk’tan ayrı kalmaktır.

Kaldı ki Rabbimiz olan Allah Teâlâ’dan korkmamız icap eder elbette ama bu korku, eli kanlı, insaf bilmez, hak tanımaz, adaletten nasibini almamış bir caniden, zalimden korkmak gibi değildir. Herkesçe bilinen bir gerçek var ki, Allah Teâlâ bizi bu dünyaya başıboş olarak göndermemiştir. Evet! Rabbim Hazreti Kur’an ve Sevgili Habibi vasıtası ile bizlere hesap soracağını duyurmuştur ama neden, niçin o hesabı soracağını ve o hesabı kolayca vermenin yollarını da Efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile bizlere bildirmiştir.

Rabbim affedici olduğunu, hatta tövbe edilirse tüm günahları affedeceğini de müjdelemiş, dünya hayatını bizler için kolaylaştıran, güzel ahlaka kavuşmamıza vesile olan kurallar koymuştur. Yani yoldan çıkmamak ve olur da çıkarsak tekrar yeniden o yola dönebilmek için ihtiyaç duyacağımız her şey bizlere bildirilmiştir.

Bütün bu kolaylıklara rağmen, yoldan çıkmakta, emri tutmamakta, yasağı çiğnemekte ısrar edenler için de elbette bir ceza vardır. Yani durup dururken bir kimse Allah’ın cezasına, gazabına uğramaz, uğramayacaktır da. Çünkü Allah Teâlâ kullarına zulmetmez, O zulümden münezzehtir.

Rabbimizden korkunun ölçüsünü en iyi bilen kişi olan Efendimiz (s.a.v), bir hadis-i şeriflerinde mealen, “Kul Rabbinin affediciliğini bilseydi haram işlemekten çekinmezdi. Azabının ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi hep ibadet eder, hiç günah işlemezdi” buyurmuşlardır. Yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.) azabın şiddetini tek başına zikretmemiş, affın, mağfiretin büyüklüğünü de müjdelemiştir. Yine başka bir hadis-i şerifte, “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyip peşinden tövbe eden kullar yaratırdı” buyurulmuşlardır.

Bizlerde korkuyla beraber ümidin de olması şarttır. Bunların ölçüsü de bellidir. Çünkü kişide korku ağır basarsa, dünyayı bırakır alnını secdeden kaldırmaz. Ümit ağır gelirse bu sefer de haram helal ayırmaz, ibadete fırsat bulamaz. Peki! Bunun en sağlıklı şekli nasıl olmalıdır?

Dini kaynaklarda bu husus şöyle kaleme alınmıştır. Bir kişide korku hali hâkim geldiğinde, o kul “Artık bu isyanla, bu günahla Allah’ın rızasını, Peygamber Efendimizi, cenneti, cemâli görmem mümkün değil” diye düşünmeye başlar. İşte tam o anda kişinin “Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir, hangi günahım onun affından büyük olabilir ki! Ben namazıma, orucuma, güzel ahlaklı bir Mü’min olma mücadeleme elimden geldiğince gayret ederim, elbet O beni nefsime, şeytana bırakmaz, tutar elimden kurtarır” diye düşünmesi gerekir.

Bu durum tam tersi haller için de geçerlidir. Bir kişi, “Allah’ın merhameti nasıl olsa benim günahımdan büyük. Şunu içmişim ne var canım!” derse veya “Şu vakit namazını da kılmadan yatayım, bir kereden bir şey olmaz” diye aklından geçirirse, “Bunun bir de hesabı var, şu an Allah’ın yasaklarını çiğniyorum, dilerse hesaba çeker, hesaba çekerse bunun altından kalkamam” deyip derhal kendini toplaması icap eder. Bu anlamda aslolan, Rabbimizin emir ve yasaklarını elimizden geldiğince en üst gayretle tutmaya  çalışmaktır. Bunun için de, ne sadece korku, ne sadece ümit tek başına yeterli bir güdülenme kaynağı olamaz. Her ikisinin kişide dengeli bir şekilde, beraberce bulunması gerekir.

Rabbim, halisane olan gayret ve çabalarımızı boşa çıkarmasın inşallah. Gayret  bizden takdir Allah’tan.