Ülkemizde doğum oranının alarm verme raddesine çıktığını resmi istatistikler net biçimde göstermektedir.
Adam sende diyenler olabilir , fakat iş ciddi derecede önemli.
Nüfusun anormal derece artışı gerekçe gösterilerek uzun yıllar önce devreye alınan nüfus planlamasının artık aleyhte bir seyir takip ettiği inkarı mümkün olmayan bir acı gerçek olarak karşımızda..
Sayın Cumhurbaşkanımızın aile başına en az üç çocuk sahibi olunmasını tavsiye etmesinin altında yatan endişe işte budur. Yıllar içinde azala azala 1.29’a kadar düştü doğum oranı ki, kesintisiz olarak da düşmeye devam ediyor. Birkaç yıl önce 2.1 idi oran.
Aileler, sadece geçim riski olarak bakmıyorlar meseleye. Geliri çok yüksek olan ailelerin az çocuk sahibi olmasının gerekçesi ne olabilir bu durumda? Annelik biraz zahmet ister. Bakım ve ilgi ister. Muhtemelen, modernitenin de tetiklemesiyle daha özgür , daha rahat bir aile içi yaşam isteği öne çıkıyor anlaşılan. Oysa, çocuk gelecek demektir. Bir angarya değildir. Hatta neşedir, geleceğe dair ümittir.
Batı ülkeleri , az çocuk politikasının ne kadar yanlış olduğunu gördüler ve tedbirler almaya başladılarsa da artık iş işten geçti endişesi ile kıvranmaktalar.
Türkiye’nin 350 milyon nüfusu çok rahat bakabilecek potansiyele sahip olduğu, hazırlanan raporlardan anlaşılmaktadır. Hem de yabancı bilim adamlarının araştırmaları ile.
Rızık endişesi ile bir ya da en fazla iki çocukla yetinenler, kulaktan dolma bilgilerin tesiri altında kalmaktalar. Hiç kuşkusuz rızkı veren Allah’tır. El verir ki, kişinin imanı kuvvetli olsun.
Doğum oranının hızla azalması, buna karşılık ortalama ömrün uzaması yaşlı nüfusun anormal şekilde artması, hemen her ülke için olduğu tadar bizim ülkemiz için de hayra alamet değildir. Planlı bir kalkınma yapılması halinde geçinme probleminin asgariye ineceğini anlamak için kahin olmak gerekmiyor. Akıl ve ilim, bunun için yeterli ölçüttür.
*****************************
Şiddet, şiddet, şiddet..
Aile içi şiddet, toplumsal şiddet. Nerede ise gün geçmiyor ki, çoklu şiddet haberleri ile yatıp kalkmaktayız. Kafamızı iki elimizin arasına alıp ne oluyoruz diye kendi kendimizle bir muhasebe yapmanın zamanı geldi geçiyor bile.
Ahlaki değerler eriyor. Ekonomik adaletsizlik bunun başlıca sebeplerinden biri ayrıca. Kanaat toplumu iken doymayan bir yaşam tarzına esir olduk. Faturası çok ağır. Şiddet ve cinnet hali, gelecek endişesini de tetikliyor. Birden çok nedeni var bu travmatik hallerin. Din, bilim ve sanat dünyaları el ele vermeli, çözüm üretmek için mesai yapmalı.