Bugün, 23 Nisan 2024 Salı

Mehmet Ali AYDIN


SİZ UNUTSANIZ BİLE

SİZ UNUTSANIZ BİLE



Bizim en büyük hastalığımız, geçmişimizi bilmeyişimiz ve bunun da farkında olmamamız. Başka bir hastalığımız de bu günü kurtarmak için geçmişe sövmek, onları karalamak ve onlara hakaret etmek. Ama siz unutsanız bile gerçekler bir gün kendini size hatırlatır.
Cumhuriyet ilan edilmiş, saltanat kaldırılmıştı. Fakat Osmanlı Hükümdarlarının uhdesinde olan bir de Halifelik vardı. Bunu nasıl hallederiz diyenler, Osmanlı soyundan birine bu görevi vermeyi ve ona da TBMM ve hükümetine sadakatle bağlı olma şartını getirdiler. Ve Sultan Abdülaziz’in küçük oğlu Abdülmecit Efendi’yi halife ilan ettiler.
Halifelik makamı Müslümanlar için özel bir makamdır ve peygamberimizden sonra onun adına devleti yöneten kişilerin kullandığı bir unvan ve bütün Müslümanların temsilcisidir. Abdülmecit Efendi 19 Kasım 1922’da halife seçilmiştir. Kendisi “Halife-i Müslimin” unvanıyla anılmış ve 3 Mart 1924 tarihinde “Halifeliğin Kaldırılmasına” kadar bir yıl, üç ay on dört gün halifelik yapmıştır.
Halifeliğin kaldırılmasının akabinde derhal yurt dışına sürgün edilmiş, bir müddet İsviçre’de kalmış, bilahare Fransa’ya geçmiş bir müddet Nice’de kaldıktan sonra de Paris’te ikamet etmeye başlamıştır. 23 Ağustos 1944 yılında yetmiş altı yaşında iken vefat etmiştir. (Allah gani gani rahmet eylesin)
Son İslam Halifesi, vasiyetinde vatan toprağına gömülmeyi istemiştir. O dönemde İsmet İnönü Cumhurbaşkanıdır. Rahmetlinin kızı Dürrüşehvar Hanım ve Abdülmecit Efendinin Hukuki vekili Salih Keramet Bey, bu hususta İsmet İnönü ile görüşmüş, başvurular yapılmış, hatta merhumun kızı İsmet İnönü ile hem İstanbul’da hem de Ankara’da defalarca görüşmüş ama ne yazık ki bir çözüm bulunamamıştır.
En nihayet İsmet İnönü adına Özel Kalem Müdürü “Matlubun is’afı kanuni hükme bağlıdır” beyanında bulunmuş. Yani cenazenin Türkiye’de gömülmesine kanunlar müsaade etmemektedir. Ölüden bile korkan bir zihniyet. Hâlbuki o kanun Osmanlı soyundan gelen dirilerin yurt dışına çıkarılması ile ilgilidir. Ölülerle ilgili bir madde yoktur.
Fakat bu tek parti zihniyetidir. Osmanoğulları’nın yurt dışına sürgün edilmesi ile ilgili kanun görüşülürken. Milletvekillerinde biri hezeyanını şöyle kusuyordu, ”Bunların ölülerinin de kemiklerinin mezardan çıkarılıp atılması gerekir”. Bu ne kin, bu nefret aman Allah’ım. 600 yıl dünyaya hükmeden ve bu vatanı bırakan atalarımıza karşı olan kin ve nefretin boyutu bu işte.
Nihayet 14 Mayıs 1950 seçimleri yapılmış ve uzun yıllardır devam eden “Tek Parti” dönemi tarihi hezimete uğramış ve Demokrat Parti büyük bir ekseriyetle seçimleri kazanmıştı. Nasılsa devir değişti diye düşünen kızı ve hukuki temsilcisi yeniden Halifenin memleket toprağına gömülmesi için yeni hükümete de başvururlar. 7 Mart 1951, 12 Şubat 1952, 31 Ekim 1952 ve 2 Mart 1953 tarihlerinde olmak üzere müracaatlar bir birini takip eder.
Hatta son dilekçede İstanbul’un 500. Fetih yıldönümü şerefine ve hürmetine belki kabul edilir diye veriler. Hatta bu dilekçe de bir de gerekçe vardır: “Merhum Abdülmecit’in cenazesi, vasiyeti gereğince, bir gün vatan toprağına gömülebilmek ümid ve dileğiyle Paris Camii’nin bir hücresinde 1944’den beri bekletiliyor. Camii ziyarete gelen bütün insaf ve merhamet sahipleri bu hali o zamandan beri esef ve teessürle görüyorlar, bir ölünün bile sürgünde bırakılmasına bir türlü akıl erdiremiyorlar.” Diye.
Durum bir türlü aydınlığa kavuşmayıp, çözüm bulunamayınca camii mütevelli heyetinin sabrı taşar ve bir an önce cenazenin buradan alınmasını isterler. Salih Keramet Bey biraz daha müsaade etmelerini meclis dilekçe heyetinin bu konuda karar vereceğini söyler. Dilekçe Heyeti mütealasını yapar ve cenazenin Ülkeye getirilmesinde bir engel olamadığını beyan eder. Fakat otuz gün itiraz süresi vardır. Bu süre içinde milletvekili Rıfat Özdeş itiraz eder. Tekrar komisyon kararında ısrar eder. Süre gittikçe uzayınca en sonunda Suudi Arabistan’a müracaat edilir ve Suudlar bunu kabul ederler. Gerekli resmi muameleler yapılır, izinler alınır ve özel bir uçakla cenaze Medine’ye götürülür ve Cennet-ül Baki’de defnedilir. Tarihler 30 Mart 1954’ü göstermektedir. Dirisi vatan hasretiyle yanıp tutuşan Halifenin cenazesi de 10 yıl vatan hasreti çeker ve nihayet vatanın dışında defnedilir.
Nihayet Halife Suudi Arabistan’a defnedildikten sonra, 1 Kasım 1954 tarihinde T.B.M.M. Dilekçe Komisyonu Reisinden beklenen cevap gelir. Cenazenin Medine’ye defnedilmesi dolayısıyla, eski talebenizde ısrar ediyor musunuz diye sorulur. Bunu öğrenmek mecburiyeti hâsıl olmuştur denir.
Buna cevaben Keramet Bey: “ Gurbette vatan hasretiyle ölmüş bir Ma’sumun cenazesinden bile Anayurt toprağına gömülmek hakkını esirgemiş olanların, insani telakkilere aykırı, zihniyet ve mümanaatını (engel olma) milli kanaat ve vicdanımızın hükmüne bırakarak, mevcut şartlar altında artık yapılacak bir şey kalmadığını müvekkillerim adına saygıyla bildirim.”
Dirisine saygısı olmayanın ölüsüne saygılı olmasını beklemek beyhude bir emek olur. Bizde geçmişe ve bu vatanı bize bırakan atalarımıza saygımız işte bu kadar. Ne oldu bunu yapanların hiç birine bu dünya kaldı mı? Hatta çoğu toprakta bile değil taşın içinde yatıyor.
Siz unutsanız bile, tarih unutmuyor. Böyle karşınıza çıkarıyor işte…