FOTOĞRAF DEYİP GEÇME

FOTOĞRAF DEYİP GEÇME

Her hafta bir konu hakkında konuştuğumuz ?Bir Konu Bir Konuk? köşemize bu hafta Foto Erol olarak bilinen yılların usta fotoğrafçısı Erol Kontaş?a yer vererek fotoğrafçılığı ve geleceğini konuştuk.

- Öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben bu şehirde yaşayan her güzel insandan biriyim. Erol Kontaş adım ve fotoğrafçıyım. Rahmetli babam da fotoğrafçıydı. 1970’lerde açtı işyerini. Düz mahallede büyüdüm, Ordu’nun en eski mahallelerinden biridir. 1990’lı yıllara kadar şehrin bütün Pazar yeri, alışverişler, yine şehrin bütün olumlu olumsuz işleri bu mahallede geçerdi. Babamı çok erken kaybettik. Onun bir fotoğraf stüdyosu vardı. 1983 yılında çok ani bir kalp kriziyle aramızdan ayrıldı. Sonrasında onun fotoğrafla bütünleşen kimliğini devam ettirmeye çalıştım. 4 kardeşiz ve bu şehirde yaşıyoruz. Ben de düğün fotoğrafçılığı yapıyorum ve 2000 yılından beri de kendime ait işletmem var, küçük bir stüdyom var. Orda bu şehrin bu yaşına kadar oluşan sosyolojik ondan sonra iyi ve kötü bütün olaylarına şahit olduk. Bu zaman zarfı içinde çok büyük bir değişime de şahit olduk. Hem ülke olarak hem de toplum olarak. Şöyle anlatabilirim; Bu ülke sanayi devrimini yaşayamadı. İletişimin güçlenmesiyle beraber birden bire travmatik bir geçişe sahip oldu. Bunu şöyle izah edeyim; Avrupa bu gelişmeyi yüzyıl içinde aşama aşama katettiği halde biz bunu ne yazık ki, o yüzyılda sinen değeri, düşünceyi yada gelişmeyi son 25 yıldır topluma birden yüklenme oldu. Bu da bir kimlik kavgası getirdi aslında. Bundan dolayı çok sorunlar yaşıyoruz hepimiz, her birey, her esnaf, işte her işyeri olan şirketler, çalışanlar, işçiler çok zorluklar ve travmatik durumlar yaşıyoruz. Ama bunun düzelmesi zaman alacak, mümkün değil böyle insanın elinde sihirli bir değneği olsa hemen düzeltse diye düşünüyorum. 

 

- Mesleğinizi geliştirme adına herhangi bir çabanız yada bir oluşumunuz var mı, açıklar mısınız?

Mesleğimle alakalı olarak şöyle söyleyebilirim. Bu şehrin çok büyük bir değeri olan OFSAD’ın kurulmasından bugüne kadar hep içinde oldum. Ordu Fotoğraf Sanatçıları Derneği, bu şehrin görsel hafızasının oluşmasında  önemli bir rol aldı ve ben daha çok gençtim. 15-16-17 yaşlarındaydım belki  tam olarak bilmiyorum. Çünkü 1988-90’lı yıllarda kurulmuştu ve çok uzun süren bir yolculuk bu aslında ve hala derneğin içinde zamanımız oldukça, gücümüz yettiği kadar fotoğrafın evrensel dilini anlatmaya ve icra etmeye çalışıyoruz. Dernek o günden bugüne kadar ayakta kaldı. Ayakta kalması için çok büyük çabalar da gösterildi, arkadaşlarımız, büyüklerimiz tarafından ve derneğin kurucuları tarafından hiç kimseyi ayırmıyorum burda. Ama şunu da söyleyebilirim, biz toplum olarak okumaya vakit ayırmıyoruz ve bu toplumun görsel bir hafızası var,  gördüğüne inanıyor. Ve takdir edersin ki Soner, fotoğrafın da toplum üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Bir örnek verirsek, toplumun bildiği bir fotoğraftan örnek vereyim. Dünya fotoğraf tarihine düşen daha çok fotoğraf var; Kevin Carter’in çektiği Akbaba ve çocuk fotoğrafı vardır herkesin bildiği. Bu fotoğraf Afrikadaki açlık döneminin ikonik bir sembolü haline gelmiştir. Bu şekilde ikonlaşan bir çok fotoğraf vardır ama toplumun en çok bildiği fotoğraftır o. Kevin Carter o fotoğrafı yayınlayana kadar açlıktan ölen Afrika’ya mensubu olduğu Afrika’nın bir ülkesine yeterli derecede yardım toplanamıyordu.  O fotoğraftan sonra o güne kadar toplanan yardımın mislice onlarca yüzlerce yardım toplandı. Miktarı da geçmişti, şuan hatırlayamıyorum ama birçok ülkenin biraraya getirip de oluşturamadığı yardımı tek  bir fotoğrafın yayınlanmasıyla beraber dünyada çok büyük bir etki uyandırdı. Ordaki açlıktan ölmekte olan bir çok insanın da yaşamını kurtardı. Fotoğrafın böyle bir inandırıcılığı var, yeryüzünde. Ama tabiki emperyalist sömürgeci küresel güçlerin bu çok işine gelmiyor. Bir fotoğraf daha var yine Afrika’yla ilgili; Belçika’nın 1800’lü yıllarda sanırım II. Leopard o dönemde, bir baba kesilmiş bir el ve ayağa bakıyor. Sebebi şu, o kesilen el ve ayak kızının eli ve ayağı. Neden; yeterince kauçuk toplayamadığından. Bu Belçika’nın tarihine yazılmış çok büyük bir kara lekedir. Bu insanoğlunun ne kadar vahşi olabileceğinin bir göstergesidir ve gerçektir. Yani bu fotoğraf üzerinde hiçbir oynama yada felsefi izah bu fotoğraftaki vahşeti anlatmaya yetmez. Düzeltmeye çalışamazsınız yani bunu. Kimse de inanmaz buna. Dünya fotoğraf tarihinde yerini almıştır bu. Bugün iletişimin gelişmesiyle beraber bundan biz haberdar olduk. Ama yüzyılı geçmiş tarihte kalan bir fotoğraftır. Bu da günümüzdeki savaşların ve çatışmaların niçin, neden olduğunu bize daha iyi anlatıyor, yani bize referans oluyor. Ben şunu söyleyeceğim, şöyle bir tanım getirmek istiyorum konuya; Allah insanoğlunu en şerefli ve değerli varlık olarak yaratmış ama bir yerde der ki; Ey insanoğlu sizin zaliminiz çok zalimdir, der. Buna kendi islam dininden örnek vereyim dedim. Schopenhauer’dan, Nietzsche’den, Comte’den başka örnekler de verebiliriz buna ama belki Batıdan versek daha makbul olurdu.

 

- Fotoğrafçılık haricinde yaptığınız hobileriniz var mı, nelerdir?

Ben doğada yaşamayı çok seviyorum. Son iki yıldır çok bir vaktim olmadı ama doğada kampçılık yaptım, arkadaşlarım var beraber yaptığımız. Bu şehirde bir çok şenlikler oldu. Jeep şenlikleri var, gezi turları var, doğa sporları dernekleri var. Bunların birçoğuna katıldım. Yürüyüşlere gittim eşimle beraber ve çadırda da kaldım. Yaşama dair en çok mutlu olduğum anlardan bir tanesi doğada kalıp kamp ateşini yaktığım zaman çok büyük huzur ve mutluluk duyuyorum. Orası bir arınma gibi geliyor bana. Yani soyutluyorum kendimi dünyadan ve öyle bir arınmaya geçiyorum orada. Bu çok büyük bir keyif verici benim için. Bisiklet kullanıyorum, gene eşimle beraber. Ara ara bisiklet kullanmaya gidiyorum. Ve daha çok boşvaktim olursa da kendime ait ticarî düğün fotoğrafçılığı haricinde fotoğraf çekiyorum. Bu benim istediğim birşey değil asılında, içgüdüsel birşey. Bu istence karşı koyamıyorum. Bu sanki yürümek yada yemek yemek gibi birşey. Ama fotoğrafın da bir çok branşları var. O branşların içinden de ben hayatımı kazanmak için fotoğrafçılık yapıyorum ticarî anlamda. Ayrıca okumaya çalışıyorum mesleğim hakkında kendimi geliştirmek için. Çok da genç sayılmam yani 44 yaşına geldim artık. Çocukluğumdan bu yana bu mesleği yapıyorum. Onun haricinde fotoğraf sergileri, işte okumalar yapıyorum. Birçok dergide fotoğraf hakkında yazılar yazdım. Bunlardan birkaç tanesi portre dergisinde yazdım. Bir yerel gazetede yine fotoğrafın dili adlı köşe yazım oldu yaklaşık 7-8 ay belki bir yıla yakın sürdü. 

 

- Mesleğinizin geçmişi ve geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Genel anlayıştan bahsedeyim. Bu topraklarda Ahîlik kültürü denen bir olay vardı. Belki ben rahmetli babamın döneminde son kırıntılarına denk geldim. Öyle yaşamaya çalışıyorum fakat para ne yazık ki girdiği bütün kurumları kirlendirdi. Bizim meslekte de böyle oldu. Ticari anlamda bir kimlik arayışına girdi toplum. Para kazanmak için her yolu dener, başarılı olamadığı takdirde daha ileri bir seviyede denemeler yapar. Bu denemeler de çok ahlaki ve dürüstçe değildir. Mecburiyetten dolayı kapitalist yaşam biçiminin getirdiği o baskıdan dolayı insanlar çok daha fazla harcayıp çok daha fazla tüketme alışkanlığı oldu. Ben bu şehirde bir çok insanın parasal anlamda gelişip zengin olup yokoluşuna şahit oldum, bu kadar yıl içinde. Bu beni çok üzüyor, biz küçük işletmeler öncelikle işimizi iyi yapmakla mükellefiz ama ne yazık ki bu kriter kalktı artık. Ne kadar çok para kazanırsan başarılı olabiliyorsun, bu kriter geldi yerine. O yüzden çok tamir edilemeyen yaralar oluştu, ticarette. Artık insanlar birbirinin hakkına hiç riayet etmez, birbirinin kimliğine hiç saygı göstermez bir hal aldı. Bunun içinde de gerçekten çok dürüst çalışan esnaf arkadaşlarımız, meslektaşlarımız var.Genelleme yapmak her zaman yanlıştır. 

Gelecek konusunda sorduğun soruya dönelim; fotoğraf sosyal medyanın gelişmesiyle beraber artık telefonlarda ve bilgisayarlarda kaldı. Biz de sadece düğün fotoğrafçılığı ve işletmemizde çektiğimiz resmi evraklarda kullanılan 4,5x6 dediğimiz portre fotoğrafı çekmeye başladık. Tabi bunun halk dilinde adı vesikalıktır ve dünyada vesikalık diye tabir edilen fotoğraf yoktur. Sadece bizim ülkeye özeldir. Nedeni de ilk kimliklerin ismi de vesikadır. Cumhuriyetin ilanından sonra defter şeklinde kimliklerin ismi vesikadır ve halk dilinde bu tabirle vesikalık çektirelim, vesikamız çıkacak anlamında vesikalık kalmıştır. Aslında 4,5x6 portredir adı yada  ehliyetde ve kimlikte kullanılan biyometrik denilen bir standart geldi. 5x6 boyutunda bir portredir. Ve bunlardan sadece gelir sağlayabiliyoruz. Çok önceleri fotoğraf makinesi, film, pil, bir sürü çerçeve ve albüm satışlarımız vardı. Artık bunları hep zincir mağazalar satmaya başladı. İşte teknoloji marketleri ve hediyelik eşyacılar var.Biz sadece işlevsel olarak eski fotoğraf tamiratı, portre fotoğraf çekme ve gelin damat nişan ve özel gün fotoğraflarını çekiyoruz. Bununla alakalı ne olur diye düşünüyorum. Gerçekten de mesleki anlamda fotoğrafçılar kendilerini geliştirmek zorunda. Fotoğrafın icadından önce bütün dünyada insanlar portre çizerlerdi. Osmanlıda biliyorsun saray ressamları vardır, Batıdan gelen. Herkesin de bir fotoğraf atölyesi vardı, teknik atölyeler. Fotoğrafın icadından sonra bunlar hep kapandı. Çünkü insanların gerçeklik arayışı doğumundan ölümüne kadar gerçeklik arayışı içindeler. Ama çok iyi ressamlar kaldılar, işte bunlar toplum içinde bilineni anlatayım, Pablo Picasso kubik akımı getirmiştir. Fotoğrafın icadından sonradır. Ondan sonra bir sürü akımlar çıktı. Fotoğrafta da böyle bir dönüşüm yaşıyoruz aslında. Eğer ki kişi, fotoğrafçı yada fotoğraf çeken kendini geliştiremezse  o rönesanstaki rönesanstan sonraki resmin yaşadığı dönemi biz de yaşayacağız gibi geliyor. Çünkü az kaldı, kapanacak hepsi, gelir seviyesi azaldı. Böyle bir gerçeklik var. Bu dönemi de Batı belki 30-40 yıl önce yaşadı. Orda bir fotoğrafçı bulabilmen yada gidip de hemen işini yaptırabilmen çok zor, az sayıda var. 

 

- Fotoğrafçılık mesleği hedefinizdeki meslek miydi?

İlk başlarda hedefimdeki meslek değildi. Babamın stüdyosunun ismi Foto Dilek’ti. Ben çok küçüktüm, babamın işletmesini ayakta tutabilmek için eğitimimi tamamlayamadım. Ailenin büyük çocuğuydum. Babamın ölümünden sonra hep kapattık. İlk başta mecburiyettendi ama 1987’lerde fotoğrafı araştırmaya başladım. Sadece bir stüdyosu olmak fotoğrafçı mı olmaktır, fotoğraf nedir, ne olmalıdır gibi sorular sormaya başladım. Üniversiteye giden bir abimden bir fotoğraf kitabı satın aldım. Hiç unutmam, o kitabın bana çok faydası oldu, referans oldu. Fotoğrafın ne olduğunu biraz ondan anladım. Sonra 1-2 yıl sonra sürekli yayınlar okudum. Yayınlara ulaşmak ozaman zordu, şimdiki gibi değildi. Kitap bulmak da zordu. Bu şehirde yoktu zaten. İstanbul’a gittiğimde Sirkeci’den, Cağaloğlu’ndan takip ettiğim adreslere gittim. Sonraları da benim kimliğimin parçası oldu. Peki bu zamana kadar uğraştım bu meslekle karşılığı ne oldu diye sorsaydın diye düşünürsek toplumda şuan hemen bunun karşılığı ekonomik bir beklenti olur. Böyle birşey asla yok. Bunun toplumda bir karşılığı, alımlayıcı yok. Bizim toplumda fotoğraf kültürü manzaradan ibarettir. Şöyle bir tabir vardır; “AA ne güzel çıkmışsın, kartpostal gibi.” Ama fotoğraf böyle birşey değildir. Bizim toplumda kartpostal bir fotoğrafın ulaşabileceği bir zirvedir. Manzara kültürünün gelişmesinde de 1980’lerden sonra evimize takvimler vardı, hep manzara fotoğraflarıyla doluydu. Bizim sonuç itibariyle toplum olarak fotoğraf anlayışımız bu.

 

- Mesleğinizin zor yanlarından ve güzel yönlerinden bahsedebilir misiniz?

Mesleğimizin zorluklarını söyleyeyim öncelikle; fotoğraf çekmek çok basit bir eylem. Dünyada milyarlarca insan fotoğraf çekiyor. Bu yazı yazmakla eşdeğerdir ve bunun gibi kıymetsizleşti biraz. Ama düşünün, bir fotoğrafı oluşturmak için fotoğrafçının estetik kaygıları olması lazım. Estetik bilmek, estetiği icra etmek çok zordur ve birden bire öğrenilen birşey değildir. Herkes fotoğraf çekiyor ve ben fotoğraf sanatçısıyım diyor. Ama ben sanatçı değilim, bizler de sanatçı değiliz. Sanatçı kelimesini kullanan kişiler bu sözün altında ezilirler. Sanatla ilgili ne anlatabilirsin, ne konuşabilirsin, ne de uygulayabilirsin. Bir insanın yada kişinin sanatçı olabilmesi için hangi evrelerden yada yollardan geçmesi gerekir, bunu çok iyi düşünmek lazım. Biz fotoğrafçıyız, belli estetik kaygılarımız var. o estetik kaygılarımızı alır, çektiğimiz fotoğraflara uygularız. Sonuçta toplum bunu kabul eder veya reddeder. 

Şimdi Popülist fotoğraf yaşamına dönelim. Herkesin fotoğraf çekmesi çok güzel. Çünkü bu görsel bir hafıza oluşturuyor. Ama şu yanlış, fotoğrafı ikonik bir sembol olarak kullanıpta toplum üzerinde bir algı oluşturmak. Fotoğraf, çok pahalı makineler ve setler alıp bunlarla fotoğraf çekmek değil, bunun çok büyük bir arka planı var. Bunu öğrenmek için fotoğrafa merak duyan insanların çok okuması lazım. Mitoloji, sosyoloji, tarih, sanat okuması lazım. Ama ülkemizde durum şöyle; bunların hiçbiri olmadan sadece gücü oranında fotoğraf makineleri alıp fotoğraf çekmeye başladınmı tamam olay. Halbuki durum öyle değil. Sanat apayrı bir dünya. Sanatı sevmek sanatçı olmak değildir. Bunların ayrılması lazım. Fotoğraf çeken ister gelin damat fotoğrafı çeksin, ister manzara fotoğrafı çeksin ister şehir çeksin, ne çekerse çeksin bunları bilmek zorunda olduğunu düşünüyorum. Zorluklarına gelince ekonomik zorlukları çok fazla. Çok büyük çabalar gösterip ortaya koyduğunuz fotoğrafı hemen bir nesne meta haline getirip de içeriğini sorgulamıyorlar. İnsanların beğeni kültürünü sadece bir nesne olarak görmemelidir. İçeriğini değerlendirip  ona göre karar vermelidirler. Tabiki toplumumuzda ne istediğini bilen seçkin insanlar da var ve bunların çoğalması gerekiyor. Çoğalırsa toplumda gelişir. Gelişen toplumda en iyi şekilde yaşamaya hak kazanır.  

ÖZEL RÖPORTAJ/ SONER ÖZDEMİR