Bugün, 8 Mayıs 2024 Çarşamba

Muzaffer GÜNAY (GİZEMLİ HİKAYELER)


AĞZI EĞRİLEN ÇOCUK

GİZEMLİ HİKAYELER


 

Çocuk! Cismen ve ruhen (Bedensel ve ruhsal olarak) evrenin en temiz, en masum yaratığı denilse, yanlış olmaz.

Her evli çiftin sahip olmak istediği sonsuzluk kelebeği. 

Üzerine titrenilen, aile ocaklarının huzur gülü..

Bazen öyle masumca işler yaparlar ki, başlarına büyük işler açarlar. Çünkü, bilmezler, tehlike nedir, nereden gelir, nasıl gelir.

Oğuz işte bunlardan biridir.

1960’lı yılların en başlandır.

Oğuz, ilkokul ikinci sınıf öğrencisidir.

Öğretmeni Nusret Bey, bütün erkek öğrencileri başına toplar ve “beni takip edin!” diyerek önlerine düşer. Çocuklar, nereye ve niçin gittiklerini bilmeden, takılırlar öğretmenlerinin ardına. Kendi aralarında şakalaşırlar, oynaşırlar, gülüşürler. Öğretmen, bilir çocuk psikolojisini ve onlara adeta eşlik eder.

Sadece beş dakika kadar yürüdükten sonra, köy mezarlığının en doğu ucuna varırlar. Burada, tepe gibi yığılmış taş yığını görürler.

Kendilerinin bu taşları okula taşıyacaklarını öğretmenlerinden duydukları zaman apışıp kalırlar. Çünkü, çok ağırdır taşlar. Ama kimi taşların küçük olduğunu gördüklerinde, bozulan moralleri biraz düzelir.

Öğretmenin demesine göre, bu taşlarla okulun etrafına duvar örülecektir.

Bir kaç öğrenci, kendi güçlerine göre birer taş alarak okulun yolunu tutarlar.

Bu sırada, Oğuz’un küçük tuvaleti gelir.

Etrafına bakınır. En iyi saklanacağı ve böylece küçük abdestini bozacağı yer olarak mezarlığın içini görür. Otlar gür, ağaçlar sıktır.

İyice sıkışan Oğuz, kimseye belli etmeden mezarlığın içine süzülür ve küçük tuvaletini yapar.

Kimsenin görmediğinden emindir ve gerçekten de gören olmamıştır.

Bir taş alıp arkadaşları ile birlikte okula gelir. Biraz çalışırlar.

Öğretmen, çok yorulduklarını gördüğü öğrencilerini erkenden evlerine gönderir.

Oğuz ve üç arkadaşı mor menekşe toplamak için, köyün hemen bitişiğindeki bir ormanlığa giderler. Kırlarda bayırlarda dolaşarak, birer tutam mor menekşe toplarlar. Hoplaya zıplaya evlerine gelirler.

Oğuz’un sadece babaannesi evdedir.

Yaşlı kadın, sedirde oturmuş, yün eğirirken, üzerinde süt tenceresi bulunan ocak ateşinin sönmek üzere olduğu görünce:

-              Torunum, diye seslenir Oğuz’a, ateş sönmek üzere, üfle de yansın!

Babaannesini çok seven Oğuz, hiç itiraz etmeden, ocak ateşini üflemeye başladı. Ama, bir tuhaflıkla karşı karşıya kalmıştı. Çünkü, ateşe üflüyordu nefesini ama, nefesi başka başka tarafa gidiyordu. Bütün bedeni sarsıldı, korkudan neredeyse dili tutulacaktı. Bu neyin nesiydi? Hiç bir şey anlamadı. Dudaklarını toplayıp bütün soluğunu, ateşin ortasına doldurmak istese de başaramamıştı.

Koca karı, gözlerini eğirdiği yüne dikmiş, bir şeyden haberi yoktu.

Küçük Oğuz, titrek bir sesle söylendi:

-              Ayşe nine, ben ateşi yakamıyorum.

Kadın, hayretle:

-              O ne demek torunum?

-              Bilmiyorum ki..

 

Kadın, elindeki kirmanını bıraktı, çocuğun ağzına baktı. Çok korkmuştu. Çocuğa hiç belli etmemeye çalıştı ama, gözlerindeki tedirginlik kıvılcımları, her şeyi ele vermekteydi. Çocuk deyip geçmemek gerekir. Küçük oğlanın gözünden kaçmamıştı babaannesinin bu kötü bakışları. Doğrusu, iyi bir şey söylemeyeceğini sezmişti. Titrekçe sordu:

-              Babaanne, neden öyle bakıyorsun bana? 

Kadın, saklamak İstedi:

-              Yok bir şey yavrum.

-              Ama, yüzün beni korkutuyor babaanne.

-              Yok bir şey dedim ya, sana yavrucuğum..

Koca karı, çocuğu biraz oyalamak istedi:

-              Oğuz, hadi yavrum, sen şöyle biraz oyna dışarıda. Süt zaten pişmiş, ateşi yeniden yakmaya gerek yok. Ben de kendi işime bakayım.

Oğlan çocuğu, sırf babaannesini kırmamak için dışarı çıktı.

Bir yere oturdu.

Parmaklarından birini ağzına verdi. Gözleri sabitti. Çok düşünceliydi. İçini saran korku, belki minnacık aklını bile kaybettirebilirdi.

Torununun bu halini daracık pencerenin arkasından seyreden Ayşe kadın, üzüntüsünden ağlayacak gibiydi. Hemen, oğlu Şükrü’nün ve gelini Neriman’ın eve gelmesi için dua ediyordu. Vaziyet ciddi idi.

İkindi üzeri, Şükrü ve karısı Neriman eve geldiler.

Oğuz, hala dışarıdaydı ve annesini babasını görünce, yerinden bile ırganmadı.

Anne kalbi çabuk sezer. Neriman:

-              Oğuz! Diye seslendi.

>>>devam edecek…