Bugün, 21 Kasım 2024 Perşembe

Muzaffer GÜNAY (GİZEMLİ HİKAYELER)


AĞZI EĞRİLEN ÇOCUK -2-

GİZEMLİ HİKAYELER


 

-              Oğuz! Diye seslendi.

Oğlum, niçin duymuyorsun? Eve gel bakayım.

Çocuk:

-              Birazdan gelirim anne, diye fısıldadı adeta. Ayşe kadın:

-              Dokunmayın O'na, dedi oğluna ve gelinine hitap ederek.

Neriman:

-              Dövdün mü? Diye sordu.

-              Ne diyorsun sen gelin? Dövmek nedir bilir miyim ben?

Şükrü, bir baba olarak oğlunun bu sıkıntılı duruşuna göz ucuyla biraz uzaktan bakarak:

-              Neyi var anne, Oğuz’un? Dedi.

Ayşe Kadın, çok yavaş ve kederli bir sesle:

-              Ağzı eğilmiş çocuğun.. Dedi.

Bu sözler, birer zehirli hançer gibi işledi Şükrü ve Neriman'ın yüreğine. Dünyaları başlarına yıkılmıştı. Anne, hemen oğlunun yanına vardı, baktı ki ağzı gerçekten eğilmişti. Telaşlandı:

-              Ne oldu yavrum sana? Diye feryat etti.

Hep birlikte çocuğun başına toplandılar.

Oğuz hüngür hüngür ağlamaya başladı. Minicik ruhu, bu ani rahatsızlığı kaldıracak kadar güçlü değildi. Başını annesinin kucağına gömerek, hıçkırıklara boğuldu.

Bir akşam rüzgarı, gizemli inilti halinde yüzlerini yaladı hepsinin de.

Bir köpek acı acı uludu.

Bir kaç karga, "gaak gaak” gaklayarak başlarının üstünden geçti.

Ayşe Nine:

-              Çocuğu yatırın, istirahat etsin, dedi. Oğuz:

-              Ben yatmam, diye diretti.

O gün akşam zor oldu bu ailede. Çocuk, gecenin geç saatlerinde, kendiliğinden uyudu. Annesi baş uçundaydı çocuğunun ve neredeyse sol kulağına kadar varan eğik ağzına baktıkça, kederinden mahvolacaktı.

Ayşe kadın, beriki odada oğlu ile bu konu üzerinde konuşuyordu:

-              Şükrü, dedi, bu çocuk çalınmış.

Şükrü:

-              Nereden anladın, anne bunu?

-              Başka ne olabilir ki Şükrü?

-              Öyle mi değil mi; sebebini bilemem ama, bir çaresine bakmam lazım.

Koca karı:

-              Okutmalısın Şükrü.

-              Canım, hele bir Doktora götüreyim. Bir netice alamazsak, o zaman okuturuz.

-              Oğlum, sözümü yabana atma! Sor bakalım bu çocuk mezarlığa filan gitmiş mi?.. Yarın sabah ilkin bunu sor, çek bir kenara, sor.

Ertesi sabah, çocuk uyanır uyanmaz, babası oğluna dedi ki:

-              Dün nerelere gittin Oğuz?

-              Dağda çiçek topladık baba.

-              Başka nerelerdeydin?

-              Öğretmenimiz bizi mezarlığa götürdü. Annesinin dediği doğru mu çıkacaktı yoksa Şürü’nün?

Bu merakla sordu:

-              Mezarlığın içine girdin mi oğlum?

-              Hı hı.

-              Peki oğlum, mezarlıkta çiş yaptın mı?

-              Hı hı.

Ve kendilerine göre gerçek sebep anlaşılmış oldu bu aile için.

Ayşe kadın, komşu köyde bulunan Çilesizoğlu Mahmut Hoca’ya okutulmasını önerdi Oğuz'un.

Neriman, kaynanası gibi konuştu:

-              Madem çalınmış, okutmadan başkası yalan..

Şükrü ise aynı kanatte değildi. Gerçi, mezarlıkta nasıl olup da bir insanın durup dururken ağzının eğileceğine akıl erdirememişse de, doktordan geri kalmamak lazım geldiğine inanıyordu. Annesinin ve eşinin biraz eskilerde kalmış tedavi yöntemlerini öne almalarını da doğrusu yadırgamıştı.

Bir yerden borç para bularak, Oğuz’u doktora götürdü babası.

Doktor, inceden inceye çocuğu muayene etti. Ağzının eğikliğinin fiziki bir sebebini bulamadı. Çocuğa bazı sorular sordu. Cereyanda kalmamıştı, beyinsel bir rahatsızlığı yoktu, öyleyse, bu çocuk nasıl hastalanmış, bir kısmi felç geçirmişti? Bir türlü çözemedi.

Oğuz otuz beş gün boyunca fizik tedavisi gördü ve ağzı düzeldi.

Doktor, hala bu sebepsiz görünen yüz felcine sebep aramakla meşguldü. Öteki doktorlarla bu konuyu görüştüler.

Bir doktor, onlara çok aykırı gelen bir laf etti:

- Arkadaşlar!

Her şey fizikten ibaret değildir. Dolayısı ile fizik ötesi sebepler de bazan hesaba katılmalıdır.

Perde arkasında nice sayısız oluşlar olmaktadır da, biz basiret gözlerimizi kullanmadığımız için, göremiyoruz ve yok sayıyoruz.

Küçük Oğuz, o olaydan sonra bir daha mezarlıktan geçmedi.

SON