Tren Samsun’dan hareket etti. Yolcular arasında bir anne ve kızı da vardı. Kara tren, giderken anne ve kızı öteki yolcular gibi öyle pek laf etmiyorlardı. Suskundular daha ziyade. Belliydi ki, derin bir problemleri vardı.
Kara tren, bir yol üstündeki yerleşim yerlerini geçerek, Ankara istikametinde yer yer paslanmış rayların üzerinde kara kara dumanlarını bulutlu göğün derinliklerine salıvererek akıp gitmekteydi.
Kız, kendisini boz kırların yeknesaklığına vermiş, ama içindeki sıkıntıyı dağıtamamanın kederi ile bir nevi dış dünyaya (annesine bile) sırtını dönmüştü.
Annesi, kızının böyle vakit vakit, içine gömüldüğünü tecrübesi ile bildiğinden ötürü, rahatsız etmemek için, susuyor, O da kızı gibi, irili ufaklı tepelere, dere kenarlarında olduğu tahmin edilen söğüt ve kavak kümelerine, bazı bazı da 15-20 haneli toplu köylere bakına bakına vakit geçiriyordu. Sadece bakmıyordu. Köy hayatını ve tabiat ortamını oldum olası sevmemişti. Çünkü, Ankara’nın en merkezi semtlerinden birinde doğmuştu ve hep orada geçmişti ömrü. Kızlığı ve evlendikten sonraki hayatı.. Kocaman kocaman soğuk suratlı binaların arasında, fıtratında mevcut bulunan (her insan gibi) otantik kişiliğini yitirmişti.
Böyle bir zaman daha gittiler. Tren, Kırıkkale'ye yaklaşmıştı.
Genç kız, birden bire yerinden kalktı. Trenden inmek ister gibi bir haldeydi. Annesinin gözleri üstündeydi. Kızın çok telaşeli bir hali vardı. Tren uzun ve keskin düdüğünü öttürmeye başladı. Kırıkkale istasyonunda duracaktı.
Kız, annesine hiç bir şey demeden trenden indi istasyonda, annesi de arkasından.
Hızlı hızlı istasyondan uzaklaşan kızın peşinden annesi koşarak seslendi:
- Kızım!. Bir dakika. Burası Ankara değil.
Kız, sanki bir noktaya kilitlenmişti. Ne dönüp annesine bakıyor, ne de annesinin sözlerine bir cevap veriyordu.
Bir kaç caddeyi hızlı hızlı geçtiler anne ve kızı..
Anne şaşkındı, kız kararlı.
Devlet hastanesinin kapısından içeri girdi genç kız. Annesi de arkasından. Fakat kız, yine kendi içindeydi ve koridor boyunca yürüyordu. Birden bire karnı, karnının sağ tarafı şiddetli bir şekilde ağrımaya ve sancılanmaya başladı, genç kızın. Karnını tutarak olduğu yere çöktü. Bas bas bağırıyordu.
Hemen bir kaç görevli tarafından acile kaldırıldı.
Doktor geldi. Baktı ki, kızın apandisti patlamış.
Hemen ameliyata aldılar ve kız bu ameliyatın ardından birkaç gün içinde sağlığına kavuştu.
Taburcu olunca, annesi:
-Kızım, apandisi olduğunu anlamış mıydın? diye sordu.
Kızı:
- Hayır.
- Peki seni buraya getiren güç neydi öyleyse?
- İçimden karşı koyamadığım bir ses bana hastaneye, en yakın hastaneye gitmemi söyledi anne.
- Allah Allah, bu ne biçim iştir, “Yiyeceği lokma varmış ki ölmemiş” diye boşa dememişler tevekkeli.
Anne ve kızı Ankara’ya giden bir otobüse bindiler.
İkisi de bu olayın etkisiyle çok az konuştular bir buçuk saatlik yolculukları boyunca.
