Bugün, 17 Eylül 2025 Çarşamba

Abdulkadir DEMİR


AŞ, İŞ, EŞ

AŞ, İŞ, EŞ


 

Lüks bir hayat sürmek! Lüks arabalara binmek! Doğuştan ehlisünnet olmak!

Kuran okumasını bilmese de Düzenli mevlit okutmak!

Siyaset, ticaret, inşaat, Zam, enflasyon, para, aş, iş Tuttuğu takımı konuşmak!

Ahirette ne konuşacak? Beşiktaş Fenerbahçe mi? Arabalar yatlar katlar mı?

Orada İman konuşur, Yaptığın iyilikler, İşlediğin ibadetler, Aldığın dualar konuşur!

Batı, vahyi terk etti, Aklını kullandı, Dünyasını kazandı, Ama ne dünyadan Lezzet alabildi, ne de Ahireti kazanabildi!

 Müslüman, ne aklını Nede vahyi kullandı, Hem dünyasını hem de Ahiretini kaybetti.

 “Yamadık dünyamızı Yırtarak dinimizden, Din de gitti Dünya da Gitti elimizden.”(İ. Ethem)

Bu vesileyle bir anektodu paylaşalım; Bir üniversitede düzenlenen söyleşide, konuşmacılardan biri eşini sahneye davet etti ve ona şu soruyu yöneltti:

“Kocan seni mutlu ediyor mu?”

O an koca, gururla ayağa kalktı. Karısının hiç tereddüt etmeden “evet” diyeceğine, evlilikleri boyunca şikâyet etmediğini onaylayacağına emindi.

Fakat karısının cevabı şaşırtıcıydı:

“Hayır… Kocam beni mutlu etmiyor.”

Salonda kısa bir sessizlik oldu. Erkekler şaşkındı. Fakat kadın sözlerine devam etti:

“Kocam beni hiç mutlu etmedi, etmeyecek de. Ben zaten mutluyum. Çünkü mutluluk bana bağlı; ne eşime, ne başka birine, ne de bir şeye. Ben, mutlu olmayı seçiyorum. Eğer mutluluğum başka birine, belli bir duruma ya da geçici bir nimete bağlı olsaydı, hayatım tehlikeye girerdi.

Hayatta her şey değişir: İnsan değişir, servet değişir, iklim değişir, dostluklar değişir… Bedensel, ruhsal, sosyal sağlığım değişir. Beni bugün destekleyen yarın yanımda olmayabilir. Liste uzar gider. Ama ben, bütün bunlara rağmen mutlu olmayı seçiyorum.

Az ya da çok… Evde yalnızken de, kalabalıklar içindeyken de… Fakirken de, zenginken de mutluyum. Şimdi evliyim ama bekârken de mutluydum. Çünkü mutluluğumun kaynağı, bizzat kendimim. Hayatımı seviyorum; daha kolay olduğu için değil, mutlu olmayı tercih ettiğim için.

Bu sorumluluğu üstlenerek, eşimi de herkesi de, mutluluğumu taşımak gibi ağır bir yükten azat ettim. Evliliğimizin yıllara dayanmasını, hatta güçlenmesini sağlayan şey de işte budur.”

Ve konuşmasını şu cümleyle bitirdi:

“Kimseye mutluluğunu kontrol etme gücü verme. Hasta da olsan, yoksul da kalsan, incitilsen ya da reddedilsen de mutlu ol. Hatta kendi değerini göremediğinde bile mutlu ol. Çünkü mutluluk, şükür ve kanaattedir. Mutlu olmayı seç. Hayat kimseyi beklemez.”

Hayati İnanç üstat ne güzel ifade ediyor; 

" Hani Leyla'sı için Mecnun çölleri aşıyor, hani Şirin'i için Ferhat dağları deliyordu ya, şimdi ise; Tuğçe için, Berk kontör yüklüyor" diye... 

Ne acı değil mi?

Kadın ve Erkeğin bu derece ufalanması ne acı!

Büyük ruhlu olan sadece çölleri aşan Mecnunlar, dağları delen Ferhatlar değildi...

Leylalar, Şirinler, Zühreler... de büyük ruhlu idiler.

Kanlarımıza henüz, "Batıl Batı'nın" damarlarımıza zerk ettiği hiçbir zehir bulaşmamıştı.

Erkek "Erkek" gibiydi, Kadın da "Kadın" gibi.

Birbirini tamamlayan bu iki cinsin arasına, henüz fitne sokamamışlardı..

Mecnun " Nefsinin peşinde koşan tazı" olmayı bilmiyor, Leyla da feminizm diye diye yıkıp, devirmiyordu. 

İstanbul ise belki o vakitler; Erkeğin Erkek, kadının da Kadın gibi olduğu bir saadet yurduydu.

Kimsenin aklına; Frenklerin yazdığı sözleşmelerle, Kadın ve Erkeği yeniden tanımlamak gelmiyordu.

Erkek için, her kadın Mehlika sultan hükmünde, Erkek ise güvenli bir liman, Kadının sırtını dayadığı bir dağ mesabesindeydi. 

O vakitlerde, Mecnunun Leyla'sı için çölleri aşması, Ferhat'ın dağları delmesi çok da şaşılası değildi. 

Zira onların yaptığını yapacak yüz binlerce daha Mecnun ve Ferhat vardı geride.

Çünkü; Leylalar, Şirinler, Ayşeler, Fatmalar... Uğruna ne yapılsalar, az olacak kadar kıymetliydiler. 

Şimdi Berk, Tuğçe için kontör yüklüyorsa;  büyük bir şey! yapıyor demektir. 

Zira; Hiçbir erkeğin, hiçbir kadın için kılını bile kıpırdatmayacağı günlere doğru, hızla sürükleniyoruz...