Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Abdullah ALTAŞ


AYASOFYA MESELESİ

AYASOFYA MESELESİ


Şu sıralar güncel olan bir konu var. Ayasofya ibadete açılsın mı? Açılmasın mı?

          Bu çok boyutlu bir konuyu içermektedir. Bu meselenin dini, siyasi, tarihi, psikolojik olmak üzere birçok boyutu söz konusudur. Tek bir boyut söz konusu olamaz. Bir bireyde ve bir devlette yaşam süreci içinde saydığımız boyutların dışında kalamaz.

          Ayasofya'nın tarihi süreci ile ilgili bir kitap oluşturulacak kadar bilgiler söz konusudur. Ayasofya'ya tarihi açıdan, bizim açımızdan kısaca bir bakacak olursak, bizim için "Fethin sembolüdür." "Hilalin haç'a galip gelmesidir." "Yeni bir devrin başlangıcıdır."

          Fatih Sultan Mehmet, bizans devletine son verdikten sonra orada yaşayan hristiyanların dinlerini yaşamalarına engel olmamış, ibadet yerlerine dokunmamıştır. Ayasofya'yı fethin sembolü olarak camiye dönüştürmüştür. Bu durum tüm müslümanlar ve Osmanlı devleti için bir sevinç ve moral kaynağı olmuştur.

          Bizansın mağlubiyeti, özellikle Ayasofya'nın camiye çevrilmesi hristiyan alemini muhtemel ki üzüntüye boğmuştur.

          Muhtemel ki tarihi süreç içinde hristiyan ve batı alemi Ayasofya'yı nasıl geri alabiliriz hesapları yapmışlardır.

          Osmanlı devletinin zaman içerisinde zayıflaması ve yıkılması neticesinde bu emellerine yarı yarıya kavuşmuşlardır. En azından camilikten çıkardık, bir erozyon sağladık, ikinci aşamada gevşeyen bu durumu süreç içerisinde lehimize çevirir tamamen alırız diye düşünmüş olabilirler. Yapılan bu faaliyetler bizi böyle bir yoruma götürmekte, böyle mantıklı bir çıkarım yapmaya zorlamaktadır. Emellerini gerçekleştirme konusunda sadece hristiyan din adamları değil, başta o zamanın Amerika ve batı siyasileri devreye girmiştir. Kazı çalışmaları adı altında gerek Ayasofya gerekse Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde bizans yapıtlarını canlandırmaya ve açığa çıkartmaya çalışmışlardır.

          Batı hristiyan aleminin süreç içerisindeki gayretleri İhtimal ki onların morallerini yüksek tutmaktadır. Onlar, kendilerince yarım kalmış bu işi tamamlama, sembol olan Ayasofya'yı geri almanın çabasını göstermekte ve ellerini ovuşturmaktadırlar.Taviz tavizi doğurur. Sürekli taviz verdikçe taviz alan seni güçsüz görür. Seni senden koparana kadar taviz ister. Geçmişte bu durum yaşanmıştır.

          Özellikle Yunanistan Ayasofya'yı kendi malı gibi görmekte, ülkemizin Ayasofya ile ilgili imalı bir sözüne dahi çıldırmakta,  adeta sevdiği bir kızı başkasının kolunda görmesi onu kahretmektedir.

          Yunanistan bu durumu iç kamuoyunda ve batı dünyasında siyasileştirip, ülkemize karşı kullanarak değerlendirmeye çalışmaktadır.       

          Ayasofya açılır veya açılmaz. Müze olarak kalır veya kalmaz. Bunu zaman gösterecektir. Öyle arzu ediyoruz ki ülkemizi yöneten insanlar bu konuda dini, tarihi, siyasi, psikolojik, sosyolojik, politik açıdan en akıllı, en mantıklı, en pratik, en pragmatik kararı vereceklerdir. Ayasofya batı için ne denli önemliyse, bizim için de o denli önemlidir. Bu fikir tartışması bize şunu da gösterdi. Ülkemizde milli konularda batılı gibi düşünen, onlar gibi ülkemize tepki veren, onlarla özdeşleşmiş, sadece mekan itibariyle batılılardan ayrı mekanda Türkiye'de yaşayan insanlarımız var. Bu durum gerçekten üzücü... Acaba biz Ayasofya'nın yarısıyla beraber insanımızın yarısını da mı kaybettik? Acaba insanımızı mı öncelikli olarak kurtarmaya çalışsak? 

          Mevlana’nın sözüyle bitiriyorum: "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar iyi anlaşırlar."