Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Mehmet Ali AYDIN


BAYEZİT BİSTAMİ’DEN

BAYEZİT BİSTAMİ’DEN


Bir gün arkadaşlarına: “Haydi gelin, sizinle birlikte Allah’ın velilerinden diye bilinen bir zatın ziyaretine gidelim.” dedi. Şehrin kenar semtlerinden birinde oturan, züht ve ibadetle tanınan bu zatı evinden çıkmış camiye giderken gördüler. Zat, tam bu sırada kıble tarafına tükürdü. Bunu görür görmez “hemen dönelim” dedi ve selam bile vermeden oradan ayrıldı. Sonra şöyle konuştu: “Allah Rasulü’nün adabından birine riayet etmeyen birisi iddia edildiği gibi nasıl veliler ve sıddıklar makamına layık olabilir?”

İlaç yaparken rastladığı bir hekime: “Sende benim hastalığıma da ilaç var mı?” diye sordu. Hekim, hastalığını öğrenmek isteyince “günah hastalığı” cevabını verdi. Hekim ellerini iki yana açtı: “Ben günah hastalığının ilacını bilmem.” Orada bulunan meczup bir genç söze karıştı: “Baba, senin hastalığının ilacını ben biliyorum.” Sevinçle “söyle” dedi. Halkın meczup gördüğü, ancak hakikatte arif olan o genç, günah hastalığının ilacını şöyle tarif etti: “On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalp havanına koy! Tevhit tokmağı ile döv! İnsaf eleğinden geçir! Gözyaşları ile yoğur! Aşk ve nedamet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!” Bunları dedikten sonra “senin gibisine mecnun diyerek kendini akıllı sanana yazık …” dedi.

Bir seferinde Hemedan’dan boya bitkisi satın aldı ve Bistam’a döndü. Bir de baktı ki aldığı şeyin üzerinde iki tane karınca var. Hemen Hemedan’a döndü ve karıncaları oraya bıraktı.

Bir gün yolda yürürken bir köpek gördü. Üzerime kir bulaşmasın, diye eteklerini toplayınca o an köpek hal diliyle ona şöyle seslendi: “Benden sana bulaşacak kiri, üç defa yıkamakla temizlersin. Ama nefsindeki kibir kirini yedi derya bir araya gelse temizleyemezsin.” O an aklı başına geldi ve köpeğe: “Senin dışın pis, benimde içim. Gel beraber olalım da belki birbirimize faydamız olur” dedi. Köpek şöyle karşılık verdi: “Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zira halk beni horlar, sana tazim eder. Beni gören taşlar, seni gören iltifata başlar ve ‘Arifler Sultan’ına selam olsun’ der. Benim Yarına bir kemiğim bile yok, senin bir ambar buğdayın var”. Bu cevaba çok üzüldü, ‘bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile layık değilim’ diye hayıflandı ve aczini anladı.

Yine bir gün sokakta talebeleri ile yürürken bir köpek gördü. Üzerlerine doğru gelen köpeğe yana çekilip yol verdi. Talebeleri şaşırıp sebebini sorduklarında şöyle dedi: “O köpek bana hal diliyle, benim ne kesiğim vardı da ezel alemde köpeklik derisi bana giydirildi ve senin ne fazlan vardı ki Sultan’ul-Ariflik hilati sana giydirildi diye sordu. Bu endişe sırrıma yol bulunca yolu ona verdim.”

Belhli bir gencin beni mahcup eden sözünü hiç unutmam. Bu delikanlı Hac için gelmiş ve bana: “Siz zühdü nasıl anlarsınız?” diye sormuştu. Ben de “Bulunca yeriz, bulamayınca sabrederiz,” dedim. Delikanlı: “Bunu bizim Belh’in köpekleri de yapıyor” dedi. Bu sefer ben, “Size göre zühdün ölçüsü nedir?” diye sordum. >O da: “Biz bulamayınca şükreder, bulunca başkalarına dağıtırız” dedi.