Bugün, 18 Haziran 2025 Çarşamba

Mehmet Ali AYDIN


“BEN SENİN CEMAZİYELEVVELİNİ BİLİRİM”

“BEN SENİN CEMAZİYELEVVELİNİ BİLİRİM”


Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama “ben senin cemaziyelevvelini bilirim” deyimi aklıma takıldı. Makam ve mevkii yükseldikçe insanlara tepeden bakanları görünce hep bu deyim aklıma gelir. Yüksek makamlarda bulunan kişilere baktığınızda çoğunun o makama gelirken birilerinin tavassutu sayesinde geldiğini görürsünüz. Zaten insan hak etse bile belli makamlara kendi bileğinin hakkıyla gelmesi mümkün değil. Mutlaka birilerinin yardımına ihtiyacı oluyor.

Siz dünyanın en başarılı ve yetenekli insanı olsanız bile belli bir seviyeden yukarıya yükselmeniz mümkün değil. Hak ettiğiniz hak edebilmek için bile torpile ihtiyaç duyulan bir ülkede yaşıyoruz. Bu sadece bu dönemde değil her dönemde olan vakayı adiyeden bir olay. Çoğu üst düzey yöneticilerin yeri iktidarlar değiştikçe değişiyor. Hatta aynı iktidar döneminde bile zirveye çıkabildiğiniz gibi, dibe de vurmanız mümkün.

Bunları anlıyoruz da birinin sırtına çıkıp bir yerlere gelenler, millete hizmetten ziyade onu o makama getiren daha doğrusu ulufe verenlere hizmeti önceliyor. Fakat makamdan alınınca da ilk işi kendisini o makama getirenlerin arkasından iş çevirmeye kalkmaları yok mu o da işin başka bir boyutu. Getirilerken iyi ama götürülünce kötü. Sanki beyefendi bulunmaz Hint kumaşı. O işi ondan iyi yapacak başka kimse yok. Başkasının sırtına binerek yükselenlerin bir gün gelir sırtına binilir bundan haberi yok.

Günümüzde bu tür geldiği yeri unutup, insanlara tepeden bakan çok fazla beyefendi görüyoruz. Halbuki biz onların o makama gelmeden önceki durumlarını da biliyoruz. Adam yerine konulmayanlar, bir makama gelince başkalarını adam yerine koymayıp tepeden bakmaya başlıyorlar. Bilmiyorlar ki yarın o koltuk altlarından çekilince acınacak duruma düşecekler. Halk arasında bunlar için “ne oldum deme ne olacağım de” diye söylenen bir deyim vardır. Osmanlı döneminde de böyle tipler için “ben senin cemaziyelevvelini bilirim” denirdi.

Bu meşhur deyimin bir de hikayesi vardır:

Osmanlılarda arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı. Şimdiki gibi dosyalama düzeninin olmadığı o dönemde devlet dairelerinde bu iş için çuvallar kullanır ve her aya ait biriken belgeler bir torbaya doldurarak korunur üzerine evrakların ait olduğu ayın adı yazılırdı. Sene sonunda on iki tane olan evrak torbaları arşive kaldırılırdı.

Arşive kaldırılan belgelerin birbirine karışmamasının ve arandığı zaman kolay bulunabilmesinin sağlanması için torbaların üzerine iri yazı ile ait olduğu ayın adı yazılır, bundan sonra torbalar mahzene indirilip, orada sıraya konulurdu.

O tarihlerde alaturka saat ve hicri takvim kullanıldığından torbaların üzerine yazılan aylar; recep, şaban, ramazan, cemaziyelevvel, cemaziyelahır şeklinde idi… Yıllardan birinde cemaziyel evvel ayına ait belgelerin bir sandığa konulup, sandığın kapağı mühürlenerek belgelerin başka bir yere götürülmesi gerekmiş…

Arşivde görevli dar gelirli bir memur, istenilen belgeyi sandığa boşalttıktan sonra eski yıllara ait boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir süre sonra da yoksulluk nedeniyle bu torbadan kendine don gömlek, iç çamaşırı diktirmiş ve giymeye başlamış. Torbanın üzerindeki saf bezir işi mürekkep, çamaşırın birkaç kez yıkanmasına karşın çıkmamış ve torbanın üzerindeki cemaziyülevvel yazısı, iç çamaşırın arka bölümünde olduğu gibi kalmış.

Bir gün hamama giden kâtip, orada daire arkadaşı ile karşılaşmış. Arkadaşı kâtibin iç donunun üzerinde yazılı kalan cemaziyülevvel yazısını fark etmiş. İşi anlamış ama ses çıkarmamış.

Gel zaman git zaman torba hırsızı kâtip mesleğinde terfi ederek müdür olmuş. Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giyer olmuş. Eski meslek arkadaşlarına tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun emrinde çalışıyormuş. Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış.

Gururu kırılan arkadaşı eski torba hırsızı müdüre şunları söylemiş: “Haydi canım sen de kime hava atıyorsun? Ben senin cemaziyel-evvelini bilirim…

“Cemaziyelevvelini bilmek” sözü o günden sonra, herhangi bir kişinin geçmişteki bir kusurunun unutulmadığını “üstü kapalı bir biçimde” anlatmak için kullanılmaya başlanmış… İnsan, geldiği yeri unutmamalı. Bir zamanlar kendisinin çektiği acı durumları, başkalarına çektirmeye kalkmamalı. Başkalarının yaptıkları yanlışsa, aynı yanlışları tekrarlayan kişi olmamalı.

Herkes yanlış da yapsa, kendisi doğruyu yapanların ilki olmalı. Veraset yoluyla yahut hasbe’l-kader kendisini çok iyi bir konumda bulmuşsa, onu bulamayanları düşünmeli, kendisini o insanların yerine koymalı. Sahip olduğu o imkanların elinden alınıvereceğini aklına getirerek hep iyiliklerin adamı olmaya gayret etmeli.

Her birimizin cemaziyel evveli olduğu gibi cemaziyel ahiri de yok mu?

Ne oldum dememeli insan. Ne olacağım diye düşünmeli.

Akıbetimiz hayır ola…