Günlük yaşayan insanın geçmişi ile bir bağlantısı ve gelecek ile de bir derdi olmaz. Fakat akıl ve mantığını kullanan insan ise Allah’ın kendisine verdiği nimetleri yerinde ve zamanında kullanır. Bunun içinde geçmişinden ibret alır ve geleceğini de ona göre şekillendirir. Kendi istek ve arzularının peşinde koşan ve onları tatminden başka derdi olmayan zavallıların ise böyle bir derdinin olması düşünülemez.
İnsanın geçmişini öğrenmesi ve geleceğini de şekillendirmesi iki gününün müsavi olmaması için çalışması araştırması, incelemesi ve öğrenmesi gerekir. Öğrenmek içinde bilenleri takip etmesi gerekir, oturduğunuz yerde miskin miskin durarak bir şey öğrenemezsiniz.
Biraz çaba ile çok güzel kaynaklara inmeniz mümkündür. Bunlardan biride Şeyh Sadi Şirazi ve eserleridir. Kendileri 1213-1219 yılları arasında Şiraz’da doğmuş, devrinin özelliği nedeniyle Ortadoğu coğrafyasını gezmiş ve nihayet memleketine dönerek 1292 yılında yine Şiraz’da vefat etmiştir. En önemli eseri Gülistan ve Bostandır. Yirmiden fazla eser bırakan Şirazi kıssaları ile de günümüze ışık tutmaktadır.
İki önemli eserinin birleştirilmesi ile oluşan Bostan ve Gülistan genelde nazım olarak yazılmıştır. Eserde yer alan olaylar ve kıssalar iyi okunup analiz edildiğinde bize de rehberlik edecek derecededir. Şahsen birkaç defa okumama rağmen zaman zaman yine başvuru eseri olarak okur ve bazı bölümlerini de paylaşırım.
Eserlerinde genel olarak adalet, ihsan, aşk, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür, tövbe ve münacaat gibi dini, ahlaki ve tasavvufi konuları ele alır. Akıcı, anlaşılır ve kendine has bir üslubu vardır ve anlattıkları çoğu zaman bizim duygularımızdır. Merak edenlere daha fazla bilgi için araştırma yapabilirler.
Bugün ki yazımızda da Şeyh Sadi’den bir kıssayı konu edinelim istedim. Anlatılan da tam da bizim olmamızı istediği insan suretini tasvir ediyor ama bugünün şartlarında da böyle duyarlı, diğergam ve hassas insanları ara ki bulasın. İşte kıssamız, isterim ki bundan bize düşsün hissemiz.
“Bir yıl Şam’da müthiş bir kıtlık oldu. Halk perişan hale düştü. Bu sırada yanıma bir dostum çıkageldi. Bu dostum, kıtlıktan önce hayli güçlü-kuvvetli, makam-mevki ve servet sahibi, iri cüsseli olmasına rağmen, onu da zayıfmış, solgun ve bitkin halde görünce şaşırdım. Ona niçin bu halde olduğunu sordum. Dostum ise bu sualime üzülüp hayretler içinde:
“-Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflettir! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki felaket son raddeye vardı!” dedi.
Ben bu defa;
“-Biliyorum! Fakat sen niye bu kadar üzülüp kendini heder ediyorsun ki? Senin her şeyin var. Dünyayı tufan kaplasa, her yer sele gitse, bundan bir ördek ne zarar görebilir ki?” deyince, o fazilet ehli dostum, sanki bir âlimin cahile bakışı gibi manidar manidar baktı ve şöyle dedi:
“-Kendisi sahilde olup da din kardeşlerinin denizde boğulmakta olduğunu gören bir insanın kalbinde hiç huzur olur mu? Benim yüzüm, Müslümanların duçar olduğu ıstıraplar sebebiyle sararıp soldu. Zavallı din kardeşlerimin muzdarip halini gördükçe, yediğim her lokma boğazıma diziliyor, sanki zehir yutuyorum. Bir insanın dostları zindanda iken, o insan gülistanda nasıl gezip eğlenebilir?!”
Kıssa bu. Bilmem size bir şeyler hatırlatıyor mu? Mutlaka bazılarımıza bir şeyler hatırlatıyordur ama toplumun büyük bir çoğunluğuna maalesef hiçbir şey anlatmıyor. Özellikle bolluk içinde yüzüp gününü gün eden, yediği önünde yemediği arkasında olanlara hiçbir şey anlatmaz.
Özellikle son yirmi yılda palazlanan, daha önce kapısında el arabası olmayan ama bugün hanımının altında lüks Jeepi, kendi altında da en lüks ve pahalı arabaları olan ve bunlarla çaka satanlara hiçbir şey anlatamaz. Hâlbuki biz onların cemaziyülevvellerini biliyoruz. (meraklı olanlar bu kıssayı araştırsınlar) Zar zor geçinebiliyorlardı ama birden yerde bitme gibi mal mülk ve servete sahip oldular. Helal yoldan kazansalar dahi zekâtını vermiyorlarsa kul hakkı yiyorlar (bu kısım inanan Müslümanlar içindir).
Bizi yönetenlere gelince çoğunun nereden ne kadar maaş ve yönetim kurulu üyeliği geliri elde ettiğini bilmiyoruz aylıkları yüz binlere geliyor ama zar zor geçinen emekli, dul, yetim ve fakirleri galiba kendileri gibi sanıp enflasyona da ezdirmiyorlar. Bir tarafta kök aylıkla geçinmeye çalışan 10 bin lira mahkûmları, bir tarafta kaç yüz bin aldıkları belli olmayan gönül, duygu ve merhamet fakirleri.
Para, pul ve servet içinde yüzüp halka; az kaldı, enflasyonun belini kırdık, düzlüğe çıkıyoruz biraz sabır nutku atan büyüklerimiz. Tuvalete bile devletin araçları ile giden büyüklerimiz.
Olsun canım itibardan taviz olmaz. Can sağlığı olsun. Kimileri de bu yazılarımdan dolayı beni yargılıyorlar olsun. Umurumda değil. Doğru bildiğim şeyi söylemesem kendimi inkâr ederim. Ha! Bu size göre de doğru olamayabilir buna da ben bir şey diyemem.
Şeyh Sadi, Bostan, Gülistan derken nerelere geldik, neler söyledik.