Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Mehmet Ali AYDIN


BU NEYİN NESİ?

BU NEYİN NESİ?


 

 

Öğrencilik ve öğretmenlik hayatım yaklaşık elli yıl kadar sürdü. Bu yıllar içinde şunu gördüm ki adı “Milli” olduğu halde çalışanları (öğretmenler) ve öğrencileri arasında milli ve manevi değerlere bağlı insanların çoğunun millilikten uzak olması hep kafamı kurcalamıştır. Buna ideolojik anlamada bakmıyorum. İnsan sol görüşlü olabilir, komünist olabilir ve ya başka başka görüşlerde olabilir ama memleketinin ve milletinin değerlerinin yanında olur.

Millilikten de bunu anlamak gerekir diye düşünüyorum. Fakat ülkemizde ne kadar yıkıcı, bölücü hareket cereyan ettiyse ya öğrenciler önderlik etmiş, ya da öğretmenler başı çekmiştir. Çok partili hayata geçtikten sonra ülkemizde cereyan eden siyasi olaylara, ihtilallere yol açan anarşi ve terör olaylarına bakın hepsinde bu ikilinin parmağını görebiliriz.

1960 ihtilali öncesine bakın, 12 Mart 1971 muhtırasına bakın, 12 Eylül 1980 ihtilali öncesi olaylara bakın bu tezimiz yabana atılır olmadığını fark edeceksiniz. Çoğunlukla Devletimizin yıllık bütçesinde en fazla pay ayırdığı bakanlıklardan birde Milli Eğitim Bakanlığıdır ama bu kadar kaynak ayrılmasına rağmen yetiştirilen öğrencilere baktığınız da “Milli şuur” sahibi diyebileceğimiz öğrenci sayısı açısından olumlu bir tablo göremeyiz.

Acaba bunun nedenleri nelerdir, nerede yanlış yapıyoruz, neden bu gençler ilk okula başladığında pırıl pırıl iken üniversite bitirdiğinde, ülkesine, milletine ve değerlerine yabancı olabiliyor. Her zaman bunu düşünmüşümdür. Bu konuda okuduğum bir makale gözlerimi açtı.

Bizde “Batılılaşma” serüveni “Lale Devri” ile başlar. Bu dönemden sonra Osmanlı aydınları ve ileri gelenleri memleketin kurtuluşunu ve devletteki bu gerilemenin durdurulmasının ancak Batılılaşmakla olacağı varsayımına saplanmışlar ve bunun gerçekleşmesi için batının medeniyetini yakından görüp öğrenmesi ve bunu kendi ülkelerinde uygulamaya geçirmesi için yurt dışına öğrenci gönderilmeye başlanmış.

Bizim gönderdiğimiz öğrenciler, batının teknolojisini, bilimini, fennini ve sanayisini araştırıp öğrenmek yerine, onların sosyal hayatını, sapık sosyetik hayatını öğrenmiş ve ülkesine geldiğinde de medeniyet diye bunu halka yutturmuşlardır. Milletimiz körü körüne batı taklitçiliği yüzünden ileri gidecek yerde daha da geriye gitmiş ve koskoca devlet Tanzimat fermanından sonra seksen sene içinde tarumar olmuştur. Körü körüne batı taklidi bizi batırmıştır.

Cumhuriyet Türkiye’si de yönünü, gelişmenin, kalkınmanın, refahın ve medenileşmenin reçetesini batı da aramış ve Batılılaşmak uğruna bir dizi inkılap gerçekleştirmek suretiyle batıya dönmüştür. Memleketlerin kalkınmasının temeli eğitime ve iyi yetişmiş bireylere kaliteli insan gücüne dayanır. Bu amaçla 1924 yılından itibaren eğitim sisteminin seviyesi yükseltmek amacıyla batıdan eğitimciler istihdam edilmiştir.

Tecrübeli Türk öğretmenler 25-30 lira maaş alır, yeni göreve başlayan öğretmenler de 600 kuruş maaş alılardı. Buna mukabil batıdan getirilen uzmanlara Türk öğretmenlere hiç olmadığı kadar cömert davranılır ve onlara 150-850 lira arasında maaş verilirdi. Üstelikte bunlar branşları itibarı ile Resim, Müzik, kültür ve sanat öğretmenleri olmalarının yanında birinci sınıf elamanlar da değillerdi. İlim, fen ve teknolojik alanda yararlı olacak kişiler değillerdi.

1933 yılında sözde Albert Einstein ricası ile 40 Yahudi Profesör ve Doktor Türkiye’ye iltica etmişlerdir. Bir başka kaynakta bu sayının 190 olduğu kaydedilmektedir. Einstein’in mektubu üzerine ülkemize geldikleri söylenen bu adamların Einstein‘in boş imzalı kâğıtlarına OSE (Yahudi Sıhhatini Koruma Cemiyeti) doldurduğu mektupla kabul edildiği anlaşılmıştır.

Bunların kariyerlerine bakılmadan hepsine Ordinaryüs Profesör unvanı verilmiş ve 1940 yılın da İstanbul Üniversitesinde kadrolu Türk Profesörler 70-100 lira arası maaş alırken bunlara 780-1180 lira arasında maaş ödenmiştir.

Demek ki bizim yabancı, başka bir deyişle “batı hayranlığımız” Lale Devrinden bu yana kanımıza işlemiş ve onları kendimizden üstün görme hastalığı bizde kronik hale gelmiş.

1940’lı yıllarda eğitimi düzeltme ve çağdaşlaştırma adına Talim ve Terbiye Kurulu bünyesinde “Islahat Komisyonu” kurulmuş ve bu kurulun başına Albbert Malche adında ne idüğü belirsiz biri getirilmiştir. Komisyon ilk iş olarak Darülfünunda görev yapan 240 öğretim görevlisinden 157sini tasfiye ederek 83üne kadro vermiştir. Tasfiye edilenlerin yerine yabancılar istihdam edilmiştir.

Hitler döneminde Almanya’dan 1202 bilim adamı başka ülkelere iltica etmiş, bu gün Almanya nerelerde, Bizim gibi yabancı ülkelere öğrenci gönderen ülkeler olan Güney Kore, Japonya, Çin gibi ülkeler nerede biz yıllardır peşinden koşmaktan ve Batılaşmaktan bitap düştüğümüz halde neredeyiz.

Demek ki bize gelenler işe yaramayan ıskarta elamanlar, bizim batıya gönderdiklerimizde kendi zevkinin peşinden giden memleket ve milletinden ziyade kendini düşünen adamlarmış.

Bir başka açıdan bakılırsa bizim sözüm ona batıdan aldığımız adam yetiştirme sistemimiz, baştanbaşa yanlış ve bizim bünyemize uygun değildir. Bu nedenle de yetiştirdiklerinin de milli olması uzak bir ihtimaldir.

Yapılacak iş bu yanlış yoldan çok daha fazla gecikmeden vaz geçmektir.