Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


ÇOBAN DÜDÜĞÜ ÇALDI!

ÇOBAN DÜDÜĞÜ ÇALDI!


İlim irfan sahibi olabilir çok insan,

Okyanusta dalgalar kıyılardan taş yalar,

Çok büyük alimleri görmüştür elbet dünya,

Sakın kulu hor görme çoban düdüğü çalar.

 

       Bizler çocukluk yaşlarımızda, hayatı yeni yeni öğrenmeye başlarken büyüklerimizden fıkralar, hikayeler, masallar dinlerdik. Fıkraların çoğu Nasrettin Hocaya ait olurdu. Kültürel anlamda bir halk kahramanı, sosyal ve dini hayata olumlu katkılar sunan; eğitirken eğlendiren, güldürürken düşündüren; ibretli ve hikmetli fıkraları dillere destandır.

      Bu millet iyi ki bir Nasrettin Hoca, iyi ki bir Karacaoğlan, iyi ki bir Dede Korkut, iyi ki bir Yunus Emre, iyi ki bir Mevlana yetiştirmiştir. Onlar milli olmakla birlikte dünyanın da ortak mirası olmuşlardır. Onların adının her anıldığı yerde Türk Milleti gündeme gelir ve o engin gönüllü milletimize hayran olunur.

        Çocuklar, Hoca Nasrettin her çarşıya gidişinde “bize düdük getir “derlermiş, fakat para vermezlermiş. Birinde çocuklardan birisi para verince, Hoca düdüğü alıp getirmiş , diğer çocuklar “hani bize, hani bize ?” deyince şu bilinen sözü söylemiş: “ Parayı veren düdüğü çalar.” Demek ki her şey bir bedel ister. Bedeli ödenmeyen şeyin kıymeti bilinmez. Esas anlatmak istediğim konuya geleyim.

         Osmanlı Devletinin son zamanlarında iki tane samimi arkadaş Bursa’da medrese eğitimi almışlar. Eğitimlerini tamamlayıp ayrılacakları zaman Uludağ’a çıkmışlar, el açıp Allah’a dua etmişler. Bir birlerinin dualarına “Amin” demişler. Geri dönüp baktıklarında sürülerini otlatan bir çobanın da el açıp dua ettiğini görmüşler. Merak edip çobana sormuşlar, “Sen Allah’tan ne istedin” demişler.

        Bu medrese mezunu arkadaşlardan birisi :“ Ey Allahım, bana öyle bir zenginlik ver ki, dillere destan olsun. Gelip geçen kervanların sayısı bilinmesin ” diye istekte bulunmuş. Diğer arkadaşına gelince, o da: “ Allahım, bana öyle bir ilim ver ki medreseme gelen giden öğrencilerin sayısı belli olmasın. İlmini yayan bir alim olmayı bana nasip et” diye yalvarmış Allah’a. Hangisinin ne istediğini bilmeyen bu iki dost, bir diğerinin duasına Amin demişler.

        Şimdi çobanın cevabını dinleyelim. “Efendiler” demiş çoban, ben sizler gibi ilim-irfan görmedim. Yıllar yılı şu koyunlarla beraberim. Onları otlatır bakarım. İlimden nasip alamadm, hiç bir hocaya talebe olamadım. Sizlerin böyle yalvarıp yakarışınızı, samimiyetinizi görünce, arkanızda durdum ve Allah’ıma şöyle yalvardım:” Ey Yüce Rabbim benim, cehaletimi, halimi biliyorsun. Şu önümde dua eden insanlar hürmetine benim de duamı kabul et, cennetini bana nasip et!”

       Yıllar sonra tüccarlık isteyen Balıkesir’de, ilim isteyen Konya’da dualarının kabul olduğunu görmüşler. Birisi büyük bir tüccar, diğeri büyük bir alim olmuş, ama bunlar hürmetine çoban da cenneti bulmuş. Çünkü o cenneti istemişti. Bu ikiden biri olan Konyalı Muhammed Hadimi, diğer arkadaşının istediği seviyede tüccar olduğunu öğrenince derse girdiğinde, “ çoban düdüğü çaldı” dermiş, bunu sık sık tekrarlayınca, öğrenciler de merak edip sorduklarında bahse konu açıklamayı yapma gereği duymuş. Kimse ilmine, zenginliğine güvenmemeli, çobanı da hor görmemeli. Kimin ne olduğunu, ne olacağını sadece gayıpların bilicisi olan Allah bilir.

       Rabbimiz Kuranı Kerim’inde “ Dua edin duanızı kabul edeyim”(Bakara/186) buyuruyor. Alimlerin dualarını kabul eden Hak, onlar hürmetine cenneti isteyen çobanın duasını reddeder mi?!

 

Kalp Allah’ın yapısı,

Dua gönül kapısı,

Aç gönlünü Allah’a,

Düşünme sen bir daha,

Dile Yüce Rabbinden,

Kulluğunu bilesin,

Karışma sen işine,

Şüphe takma peşine,

O sana nasip eder,

Hiç bilmediğin yerden,

Hem de sormaz bir neden.

 

İKİ SULTAN BİR ARADA

Biri dünya diğeri gönül sultanı; Harun Reşit ve Şakiki Belhi. Bakalım neler konuşmuşlar.

Harun Reşit ile Şakik-i Belhî Hazretleri sohbet ediyordu. Bir ara Hazret:

 

- Ey Halife! Farz et ki büyük bir çölde kaybolmuşsun. Susuzluktan ölmek üzeresin. O anda birisi gelip elindeki su dolu kırbayı sana satmak istese kaç para verirsin? diye sordu.

 

Halife gülerek:

- Ne kadar isterse veririm, dedi.

- Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?

- Veririm.

Hazreti Şakik:

"Doğru söyledin" dedi ve devam etti:

 

- Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir. Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve adeta ölecek hale gelsen, o anda yine birisi karşına çıkıp: "Seni tedavi edebilirim, ancak servetinin öbür yarısını isterim" dese, ne dersin?

 

Halife hiç düşünmeden:

- Elbette razı olurum, dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhî:

- Öyleyse Ey Emirü'l Mü'minin! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme! Hiç kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme, buyurdu.

 

Hatırlayalım, ne demişti Yunus Emre:

Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan.

 

      FATİH VE AKŞEMSETTİN

      Burada da iki sultan bir arada. Biliyoruz ki, İstanbul bu iki gönülün buluşması ve kucaklaşması sayesinde ele geçmiştir. Alpler ile Erenler, gövde ile gönül, madde ile mana, zahir ile batın bir araya geldi; Peygamber müjdesine şekil şemal verdi.

 

      İstanbul’un boğazların, denizlerin ve kıtaların birleştiği bir yerde olduğunu herkes bilir. O nedenle çok önemli bir yerdir. İşte bundan daha önemlisi Fatih ile Akşemsettin madden ve manen birlik olup bir hedefe kilitlenmeleri İstanbulu Türk’e, Türk Milletini de İstanbul’a emanet etmiştir.

      Onların bir birlerine nasıl saygı duyduğu, İstanbulu fethedince Fatih’in “ Gerçek Fatih Hocamdır, onun sayesinde Allah bu zaferi bize nasip etti” dediğini biliyoruz. Hocası da talebesi Fatih’e aynı nezaket ve zerafet içinde karşılık verdiğini biliyoruz.

Sevgi, saygı taç olmuş

Ellerde ve başlarda

Onlar güzel insanlar

Hepsi olgun yaşlarda

      Hocası, Fetihten sonra gelip Göynük şehrine yerleşmiş; ilim, irfan ve ahlak eğitimine devam ederken; bir gün Fatih çıkıp gelir:

“Hocam ben de ders halkana katılmak istiyorum” deyince, Hocası ona,

“Hayır artık burada sana yer yoktur. Zira sen devletin başındasın. Orada sana burada bana ihtiyaç vardır. Herkes yerinde durmalı, milletin işlerini yoluna koymalı” diye mukabelede bulunur.

 

Taş yerinde ağırdır

Anlamayan sağırdır