Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


DİLEKÇEMİ ALLAH'A VERDİM AĞLADIM... AĞLADIM…

DİLEKÇEMİ ALLAH'A VERDİM AĞLADIM... AĞLADIM…


Eğer Allah’a verilirse dilekçeler,

Anlatılır elbet bütün gerekçeler,

Özünü Mevlaya doğru açan kullar,

Oklarını atarsa sineler deler

 

        Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi.

        Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.

        Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı, hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık. Eğer biz hak yetsek, Hak da gelir bizi yerdi. İle ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız.

         Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye.

 

         BANA HİZMET EDEN KİM?

         Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Doğrusu şaşırmıştım, beklemediğim bir şeyle karşılaştım.

         Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle; "Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi. Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi.

Sordum:

"Sen kimsin, adın nedir?"

"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."

Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.

“Ne iş yapıyorsun Bilal?"

Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:

"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"

O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,

"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.

Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:

"Üç gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde imtihanla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..

 

Allah kuluna edecekse yardım

Herkes atmalı orada bir adım

 

        HIZIR MISIN HAZIR MISIN?

        Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.

"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?" Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:

"Bir yetimin referansı kim olur?”

Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

 

Sen Allahı seversen,

Allah seni sevmez mi?

Bunaldım Rabbim dersen?

Sana cevap vermez mi?

 

Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk?

Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

"Bilal, baban yok mu?"

"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.

"Askerliğini yaptın mı Bilal?"

"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".

Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.

"Evli misin Bilal?"

Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".

       Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!

"Ama Bilal, üç gün sonraki imtihan için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki imtihanı kazanmış gibisin!"

Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:

"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”

      Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.

       

        MÜDÜRLER BİLAL’ E GELMİŞ

        Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?

      Sormaya devam ettim, içim titreyerek: “Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?" Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi; "Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin.

     Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."

“Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek. Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.”

        Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı imtihanı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.

 

        TORPİL YOK LİYAKAT VAR

        Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık! Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Bütün arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?

       Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.

Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum; "Bilal, bizi tanımadın mı?"

"Evet".

"Peki, ne diyeceksin şimdi?"

 

Diyecek bir söz yok, beni Allah gönderdi,

Koca koca müdürler çözecek elbet derdi,

Yüce Rabbim sizlere bu güzel vazifeyi,

Hak eden kullarıma veresin diye verdi.

 

        Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti.

“Ağlamak anlamaktır, ağlayamayanlar, anlayamazlar.” Diyordu büyüklerimiz.

O da öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:

"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.

 

Allahım, ben halimi sana arz ettim

Ama sen beni kuluna mahkum ettin

Hikmetini bilemem ne yaparsan güzeldir

Senden gelen her şey benim için özeldir

 

         Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle; "Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.

"Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"

Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Her gün kırk kez okuduğumuz Fatihamızda Yüce Allah “ Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” buyurmaktadır. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?) Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.

"Referansım Allah'tır" diyenlerden olabilmek dileği ile.

 

Allah kulunu severse,

Ona böyle yardım eder

Makam mevki sahipleri

Kalkıp ayağına gider

 

        GÖNENLİ MEHMET EFENDİ

        Sultan Ahmet Camisinin İmam- Hatibi. Yıllarını ilim irfan ehlinin hizmetine adamış. Yolu İstanbul’a düşen Anadolu’nun fakir, garip ve masum çocuklarına yardımcı olmayı yaşamının gayesi, Allah’tan alacağı payesi bilmiş.

        Batılıların “Mavi Cami” dedikleri bu muhteşem mabette sadece namaz kıldırmıyor, vaazlar da veriyordu. O bir mürşit, kalpleri tamir eden gönül ustasıydı. Seri halde Ramazan sohbetleri yapıyor, o tatlı üslubunu duyanlar koşa koşa dinlemeye geliyordu.

        Bir gün büyük bir makam sahibinin hanımı da arkadaşlarının teşvikiyle hocamızı dinlemeye gelmiş, pürdikkat dinlemeye başlamıştı. Hocamız tesettürden bahsederken incinmiş olacak ki, perdeyi aralayıp: “Hocaefendi bu konulara girme, laik bir ülkede kimse kimsenin inancına, giyim kuşamına karışamaz. Eşime haber verirsem seni görevinden attırırım” der. Zanneder ki kendi sahibi hocanın sahibinden daha kuvvetli, her şeye gücü yeten birisi.

         Kurra Hafız ve Alim Gönenli Mehmet Efendi gecikmeden ve hiç tereddüt etmeden şöyle cevap verir: “Hanımefendi, derhal sen kocana ben de Allah’ıma haber vereyim. Bakalım hangimizin dilekçesi yerine ulaşacak. Ben sadece Allah’ın emrini söylüyorum. Buna da mı engel olacaksınız. Bu memleket ve bu millet iliklerine kadar imanla doludur ve kimsenin değil Allah’ın kuludur, gerçek yol da onun yoludur” der. Bir anda ortalık buz kesilir ve nihayet namaz biter.

        Camiden çıkarken bu entel hanımın ayağı halıya takılıp yere düşünce, biraz önce sarfettiği sözler aklına gelir ve şöyle der: “Yoksa hoca dediği yere haber mi yolladı. Ben söylediklerimden vaz geçtim, a da vaz geçsin”

 

Eğer kul cahil ise Allah’a kafa tutar,

Ne yazık şifa diye zehirli hapı yutar.