Eski zamanlarda bir dilenci, köy köy dolaşarak evlerden para ve yiyecek dilenirmiş. Dilenirken de “Eden bulur... Eden bulur...” Der dururmuş.
Dilenci, yine bir gün, bir köyde dilenmek için dolaşırken aynı sözleri söylüyormuş. Acımasız ve ihtiyar bir kadın, dilencinin bu sözlerine fena hâlde öfkelenmiş. “Eden bulur da ne demek? Ben sana gösteririm şimdi.” Demiş kendi kendine.
Zehirli bir ekmek hazırlamış ve dilenciyi kapısında beklemeye başlamış. Az sonra gelen dilenciye bir torba içine koyduğu zehirli ekmeği vermiş. Dilenci, o köyde biraz dolaşmış. Pek bir şey toplayamayınca, nasibini başka bir yerde aramak üzere köyden ayrılmış. Yolda yorulunca bir taşın üzerine oturmuş.
Acıktığı için, ihtiyar kadının verdiği ekmeği yemeyi düşünmüş. Bu sırada, karşıdan bir gencin geldiğini görmüş.
Genç gelmiş, selam vermiş. Yoluna gidecek gücü yokmuş.
Dilencinin yanına oturmuş.
Dilenci:
- Kimsin sen? Diye sormuş. Delikanlı:
- Ben, bir askerim. Askerliğim bitti, artık köyüme dönüyorum. Fakat, çok acıktım. Yolda yürüyecek gücüm kalmadı. Acaba, torbanda küçük de olsa bir parça ekmek var mı?
Dilenci, delikanlıya çok acımış. Torbasındaki ekmeği çıkarıp:
- Sen benden daha açsın, diyerek ekmeği delikanlıya vermiş.
Asker, teşekkür ederek oradan uzaklaşmış. Bir zaman sonra, zehirli olduğunu bilmediği ekmeği yemeye başlamış. Derken evinin kapısına varmış. Evinin kapısının önüne varınca düşüp ölmüş.
Meğer bu asker, dilenciye zehirli emeği veren kadının oğlu imiş.
(Türk Masalı)
* * *
İşte bu yüzden Eden bulur!'' Diye boşuna dememişler...