“Onlar, dinlerini oyun ve eğlence edinenlerdir, dünya hayatı onları aldatmıştır. Onlar dünyada böyle bir günle karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi inkâr ettikleri gibi Biz de o gün onları unuturuz.” (Araf Suresi Ayet 51)
İnsanlar yaratılırken Allah tarafından bazı özellikleri ile diğer canlılardan farklı yaratılmışlardır. Eğer biz o farklı taraflarımızı fark etmez ve onları kullanmadan yaşarsak diğer canlılardan pek farkımız kalmaz.
Hatta “esfeli safilin” derecesine düşeriz ki, bu da kaba bir tabirle hayvanlardan daha aşağı demektir.
Bizim zaman zaman kendimize bu dünyaya niçin geldik, bunun için neler yapmalıyız. Bunları yapmazsak ne olur gibi bazı soruları kendimize sormamız ve samimiyetle bunları cevaplamamız gerekir.
Bilerek ya da bilmeyerek bazen dünyaya o kadar çok değer verip bağlanıyoruz ki, sanki hiç ölmeyeceğiz ve öbür dünyaya gitmeyeceğiz ve yaptıklarımızın hesabını vermeyeceğiz.
Hâlbuki biliyoruz ölüm bize bir nefes uzaklıkta veya bir nefes kadar yakın. Ve o gün er ya da geç gelip çatacak ve kara toprağın içine açılan kabir denilen çukurla tanışacağız. Gerçek bu olmasına rağmen dünyayı tek başımıza tapulamaktan da vazgeçmiyoruz.
Belki çoğumuzun haberi yok. Karne tatiline çıkılacağı gün öğrencilerine karne verme telaşı ve hazırlığı yapan öğretmen arkadaşlarımızdan biri bunu gerçekleştiremeden geçirdiği kalp krizi neticesinde fani âlemden ebedi âleme göç etti.
Hepimizin bir hesabı var ama Yüce Yaratan’ın da bir hesabı var. Bizim hesabımız ne olursa olsun en son onu ki tahakkuk edecek.
Hepimizin olduğu gibi o kardeşimizin de kendine göre bir takım planları, projeleri, hayalleri ve düşünceleri mutlaka vardı. Ama artık yok.
Şimdi o, bir gün hepimizin gideceği yerde ve son nefesini verinceye kadar yaptıklarının hesabını vermeye başladı bile.
Bizler yaşayanlar olarak böyle cenazelerle karşılaştıkça ölümü hatırlıyor, bir müddet sonra yine aynı savurganlıkla ömrümüzü hoyratça tüketmeye devam ediyoruz. Hâlbuki Yüce Allah Kutsal kitabımızda bizlere “ Ölümü sıkça hatırlayınız” mesajını veriyor.
Ölüm bizim için kaçılmaz ve mukadder bir son biz istesek de istemezsek de bizi gelip bulacak.
Düşünebiliyor musunuz?
Hayatın baharındayız, her şeyimiz var, maddi imkânlarımız yerinde, dünyalık ne varsa elde etmişiz, mutluyuz, huzurluyuz tam yaşamaktan zevk almaya başlıyoruz ki, ani bir kalp krizi ve ölüm!
Sağlıklı, sıhhatliyiz, gücümüz yerinde tutuğumuzu koparacak güçteyiz. Fakat bir saniye geçmeden nefes alıyoruz ama vermeye gücümüz yetmiyor ve yığılıp kalıyoruz.
Çoluk, çocuk yola çıkmışız, gezmeye eğlenmeye ve uzun bir seyahat gidiyoruz. Çeşit, çeşit hayallerimiz ve hülyalarımız var. Sevdiklerimiz yanımızda gülüyor, eğleniyoruz. Kırmızı ışıkta durduk ve yeşil yanınca geçtik. Fakat o ne, dikkatsiz bir sürücü kaide ve kural tanımdan kırmızda geçiyor ve bize çarpıyor. Ortalık hercümerç, her şey bir tarafa savrulmuş ve biz artık nefes alamıyor ve yoğuz.
Emekliyiz yaşımız artık kemale ermeye başlamışız sağlığımızla ilgili bir sıkıntımız da yok tam maaş kartını bankamatiğe yerleştirdik, şifremizin iki rakamını girdik ve olduğumuz yere yığıldık. Biz farkına varamayız ama etrafımızda yığılan ve telaşla sağa sola koşuşan kalabalıklar, bizim için hayata dönüşümüze yarayacak bir takım tedbirler ama nafile, yanımızda belki de hiç tanıdık kimsemiz yok.
Bilemeyiz kaderde varsa hastalıkla yıllarca boğuş ve sonunda mağlubiyet ve ölüm denilen esrarengiz sonuç.
Esrarengiz çünkü:
İnsanoğlu var olduğundan bu yana yaşlı-genç, zengin-fakir, güzel-çirkin, iyi-kötü, kadı-erkek ayırt etmeden herkesin kapısını çalan bir gerçeklik ölüm. Kaçan, kutulan onu atlatan henüz çıkmamış. Öbür gideceğimiz ahret yurdunda nelerle karşılaşacağımızı gidenlerden kimse dönüp söyleme imkânı bulamadı. Sadece Kutsal kitaplarda yazılanlar kadar bilgi sahibiyiz. Üstelik onunla bir ünsiyetimiz varsa.
Hal böyleyken, biz insanların bu gerçekliği zaman zaman hatırlayamamamız ve dünyaya dört elle sarılmamızı izah etmek oldukça zor.
Dünya bizi bırakacak ama biz onu bırakmamak için inatlaşmanın âlemi ne? Bu uğurda etrafımızdaki insanları, başka canlıları kırmanın, küstürmenin, onların nefretini kazanmanın sebebi ne ola ki?
Her gün birisinin ölümünü duyup, kiminin cenazesine iştirak ederken, en yakınlarımızı da kaybederken, anne ve babalarımız ve dedeleriz de bu işe dâhilken, bizim halimiz nedir?
Her gün haberleri izlerken, karşılaştığımız tabloyu hatırlayalım, haberlerin büyük çoğunluğu, vurma, kırma, dökme, katletme ve ölüm, kavga ve savaşlar.
Güzel şeylerden bahsederken spikerler şimdi de bir güzel haber verelim demiyorlar mı? Sanki nadiren gerçekleşen önemli bir şeymiş gibi. Hâlbuki her şey insanın mutluluğu için yaratılmış ve güzel olması gerekirken bizler asla bizim olmayacak bu dünyayı ele geçirmekle ömrümüzü heba ediyoruz.
Birde yaptıklarımızın hesabını verecek olmamıza rağmen.
Yüce Allah bizlere akıllanmayı ve aklımızı güzel ve Kendisine yakışan bir kul olabilme yolunda kullanabilmeyi nasip eylesin, dünyanın cazip çeldiricilerinin aklımızı çeldirerek yolundan ayrılmamayı nasip eylesin…
Yazımızı Hazreti Ali Efendimiz ile putperest arasında geçen konuşma ile tamamlayalım:
Putperestin biri Hz. Ali (R.A) Efendimize gelerek onunla iddialaşmış ve öbür dünyanın olmadığını bu nedenle bu dünyada öbür dünya için yapılanların beyhude olduğunu iddia etmiş. Hz. Ali’de öbür dünyanın var olduğunu bu dünyanın da ona hazırlık yeri olduğunu söyleyerek örnekler vermiş, fakat putperest inadından vazgeçmemiş. Bunun üzerine Hz. Ali (R.A) şayet senin dediğin gibi öbür dünya yoksa bu dünyada benim yaptıklarımdan dolayı bir zararım olmaz. Fakat benim dediğim gibi ahiret hayatı ve orada hesap günü varsa o zaman senin vay haline demiş.
Yazdıklarımı önce kendime sonra size hatırlatmak istedim. Gerisi lafı güzaf…