Bugün, 2 Mayıs 2024 Perşembe

Taner ÇELENK


EĞİTİME DAİR (3)

EĞİTİME DAİR (3)


 

Eğitim insanın insanlaşma sürecidir der filozoflar. 

Bir sanat eserinin ortaya çıkması için bile günlerini, aylarını hatta yıllarını verir sanatçılar.
Eğitim ise çocuklarımızı işleme, yetiştirme sanatıdır. 

Elbette bir süreç alması, bir emek mahsulü olması gerek. 

Yetişen insan olunca da harcanan emek, gösterilen gayret olabilecek en yüksek düzeyde olmalıdır. 

Olmazsa bir daha denerim diyebileceğimiz türden bir ürün değildir eğitimin çıktısı.
Bir önceki yazımızda (“EĞİTİME DAİR 2”) sistemin düzeltilmesi ilk öncelikli işimiz olması gerektiği ve bozuk bir sistemde ürünün de düzgün çıkamayacağını ve eğitimimizde ne tür sistem değişiklikleri yapmamız gerektiğini işlemiştik. 

Bu aşamadan sonra müfredat, içerik ve işleyişe değineceğiz.
Öncelikle yazdığımız yazıların, okuyan herkesin anlayabileceği yazılar olmasını istiyorum. 

Bu yüzden mümkün olduğunca teknik terimlerle yazmaktan imtina ediyor, kaçınıyorum. 

Zira Mevlana Hazretlerinin buyurduğu gibi “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.” 

Eğitimde bana göre en önemli sorunlarımızdan birisi müfredattır. 

Müfredat nedir: Ders kitaplarında işlenen konular, ne kadar sürede verileceği, hangi sırayla verileceği gibi eğitimin bir program dâhilinde yürütülmesi işidir. 

Bugün neredeyse tüm kademelerde öğretmenlerimiz kaynak kitap ihtiyacı hissetmekte olup; okul kitaplarının sığ ve yetersiz olduğundan bahsetmektedir. 

Özellikle ilkokullarda tazecik beyinlere aynı şeyi defalarca yaptırarak çocukları oyalamak yerine biraz daha kapsamlı ve çocukların beyinlerini geliştirici bir müfredat uygulanabilir.  

Önceki yazılarımızda işlediğimiz, bir çocuğa her şeyi azar azar da olsa verme telaşı da bizi bu sisteme iten esas nedenlerdir. 

Bu sistem ile daha önce de bahsettiğimiz gibi alanında uzman kişilerin yetişmesi mümkün değildir.

Bununla birlikte ideolojik, köklerimizden, kültürümüzden, inançlarımızdan beslenmeyen, manadan yoksun, materyalist, maddeci… bir müfredatla yol alınması mümkün görünmüyor. 

İLİM ’in ışığında, sezgisel yetileri açık, maddenin kölesi değil maddeye hükmeden, eğitimde amacın maddeye ulaşmak değil maddeyi yönetmek ve insanlığın hizmetinde kullanmak olduğu bir anlayış içerisinde evlatlarımızı yetiştirmek olmalıdır.  

Sığ ideolojiler ve dar kalıplara tertemiz zihinleri hapsetmek ve onların ufkunu, bakış açısını daraltmak eğitimde insan zayi etmenin en kestirme yoludur. 

İnsan fıtrat itibari ile öğrenmeye meyillidir. Hep daha fazla bilmek, daha çok öğrenmek ister. 

Yaradan insan beynini de bu fıtrata uygun bir şekilde yaratmıştır. Okudukça öğrenen, öğrendikçe gelişen, kapasitesi artan bir yapıda yaratılmıştır beyin. 

Bununla birlikte; İslam’ın ilk emri oku iken, İLİM'le,  Âlimlere (ilim adamları) verilen değerle ilgili onca ayet ve hadis var iken çocuklarımızın mana ile buluşmasını sağlayacak ve maddeye hükmedecek eğitim neredeyse yok denecek kadar az olması, nispeten (yetersiz) verilen eğitimin de geç yaşta çocuklarımıza verilmesi de önemli eksikliklerden birisidir.

Netice itibari ile çocuklarımızın beyin gelişimlerinin en fazla olduğu dönemlerde basit etkinlikler ve bitmek bilmeyen konu tekrarları ve sözde kas gelişimi için sayfalar dolusu yazdırılan ödevler yüzünden çocuklarımız heba olup gitmekte. 

Oysaki Efendimiz (SAV) küçük yaşlarda ticaretle uğraştı ve o küçük yaşına rağmen Mekke’de puta tapan insanlara karşı çıktı. 

Yetim ve öksüz bir çocuk olmasına rağmen cahilliğin ve vahşiliğin zirvede olduğu bir dönemde tertemiz kalabildi. 

Daha genç diyebileceğimiz bir zamanda güvenilir anlamına gelen El-Emin lakabı ile çağırılmaya başlamıştı. 

Hz. Ali 10 yaşında kendi kararıyla İslam’ı seçerek ilk Müslüman çocuk olma şerefine nail oldu.  

İmamı Azam Ebu Hanife 4 yaşında hafız oldu. 

Fatih Sultan Mehmet 12 yaşında tahta çıktı. 

19 yaşında 6 dil biliyordu.  

21 yaşında İstanbul’u fethetti. 

İbn-i Sina 10 yaşında Kur’an’ı ezberledi. 

14 yaşında öğretmenlerini geçti. 

16 yaşında tıbba yöneldi ve 19 yaşında doktor oldu. 

21 yaşına geldiğinde dönemin en büyük hekimi kabul edilip doktorlara eğitim veriyordu. 

2020 Yılında Tıme Dergisinin seçtiği “Yılın Çocuğu”: 15 yaşındaki Gitanjali Rao, içme suyunu tespit eden araçtan siber zorbalığı tespit eden telefon uygulamasına kadar pek çok farklı alanda çeşitli yeni teknolojiler icat etti. 

Bu çocuğun hayali dünyanın problemlerini çözmekmiş. 

İnşaallah kirli emelleri olan ve paradan ve güçten başka bir düşüncesi olmayan zalimlerin elinde dünyaya daha fazla problem olacak icatlara vesile olmaz. 

Bu örneklerin sayıları artırılabilir.

Sahi bu kişiler hiç çocuk olmadılar mı acaba? 

Ya da oyun oynamadılar mi?

Emin olalım hepsi çocukluğunu yaşamakla birlikte gerekli ve yeterli eğitimi de aileden, hocasından, kaynaklardan aldı.

Toparlayacak olursak; çokça hafife aldığımız, daha çocuk onlar dediğimiz, ama gereksiz tekrarlar, eğlenceler, bilmem ne günleri, özentiler, şekil şemal takıntıları… ile ömürlerinin en verimli çağlarında heba ettiğimiz yıllarını boş geçirdiğimiz yavrularımız: 

Ne hakkıyla oyun oynayabiliyorlar ne de hakkıyla öğrenebiliyorlar. 

Çocuklarımızın beyin ve kişilik gelişimini artıracağı eğitimle, sığ ve boş tekrarlardan, bolca etkinlik ve ödevlerden çocuklarımızı kurtarmalıyız. 

Daha kaliteli, erdemli, ahlaklı, bilgili nesiller yetiştirmek istiyorsak okul öncesi ve ilkokul başta olmak üzere müfredatımızı baştan sona gözden geçirmeli köklerimize uygun düzenlemeli, okullarımızı ilim ve irfan yuvalarına dönüştürmeliyiz. 

Tekraren belirtelim Bilhassa beyin ve karakter gelişiminin en fazla olduğu 4-7 yaş dönemine özellikle dikkat çekmek istiyorum. 

Bu dönemi önemsemiyoruz, boş geçiriyoruz. 

Çocuk deyip geçiyoruz. 

Zira kişi 7 sinde neyse 70 inde odur.       

Selam ve Dua ile.