Gün geçmiyor ki nur topu gibi bir gündemimiz olmasın. Bu günlerde de gündemimizi Cumhurbaşkanımızın Trabzon’a yaptığı ziyaret ve halka hitap ettiği sırada kürsüye çıkan/ çıkarılan küçük çocuğun boyundan büyük laflar etmesi. Çocuğun söylediği kelimelerin daha fazlasını her gün her birimiz daha ağır şekilde ve daha çirkin kelimeler kullanarak sevmediğimiz, muhalif olduğumuz insanlar ve partiler hakkında sarf ediyoruz.
Kendimizi daha çirkinlerini yakıştırarak sarf ettiğimiz sözleri küçük bir çocuğun tarafından sarf edilmesi bir kesimi nedense galeyana getirdi. Bu davranışı kimsenin mazur görmesi ya da haklı görmesi mümkün değildir, doğru da değildir. Çocuğu birisi özel olarak oraya çıkarıp, daha önce de yapacağı konuşmaları dikte ettiyse terbiyesiz ve ahlaksızın önde gidenidir. Ne olursa olsun çocuklarımızın bu tür eylemlere alet edilmemelidir. Eğer bu konuşma spontane gelişti ise olay akabinde çocuk adına özür beyan edilmelidir.
Bu söz muhatabı için ağır mıdır? Hayır değildir. Ama bir çocuğun dillendirmesi yanlıştır. Adı terörle ve terör örgütü ile birlikte anılan ve onunla özdeşleşen bir siyasi oluşumla gizli de olsa, açıkta olsa iş birliği içinde olmanın en hafif ifadesi hainliktir. Bu şu kadar oy almış bir siyasi parti martavalı ile geçiştirilecek bir durum değildir. Terörün legali ve illegali olmaz. Terör ise terördür. Onunla iş birliği içinde olan ve onları hoş gören de haindir. Hem de vatan haini.
Dilimizde bir terim vardır: “Eğri oturalım, doğru konuşalım” diye. İlginç de bir hikayesi var: Bir gün bir adam katıldığı bir mecliste, yemek ikramını geri çevirmek ayıp olur diye yemek saatine kadar beklemiş. Mecliste bulunan herkes güzelce yemeklerini yedikten sonra sıra çay içip tatlı yemeye gelmiş. Fakat yemeklerini bir türlü tam olarak bitirmeyen kişiler, birçok yemeğin israf olmasına neden olmuş.
Yemekleri o halde bırakan kişiler, sıra tatlıya gelince karnı tok olmaya aldırış etmeden tatlının sonunu getirmişler. Bu durum karşısında zorla yemeğe kalan ve ayıp olmasın diye yemeğe de katılan adam hicap etmiş. Bu durum hiç hoşuna gitmemiş. Muhakkak bunu dile getirmesi gerekiyormuş. Kendi de tatlılardan bolca yediği için nasıl desem diye düşünüyormuş.
Her ne olursa olsun, haksız olsa da hakkı söylemek gerektiğini düşünerek eğri oturup doğru konuşalım, yemeği israf edip de tatlıya saldırmak yanlış beyler deyip meclisi terk etmiş. Bu söz de kulaklarda küpe olmuş.
Yaptığımız yanlış olsa da bile doğruyu söylememiz bunu gerektirir. Dürüst olmak, ahlaklı olmak ve hakkaniyet bunu gerektirir. Biz yanlış yaptığımızda hiç dert etmeyelim, ama aynı yanlışı başkaları yapınca “vur abalıya” yapalım bu hem samimi olmaz hem de etik değildir. Siyasilerin argümanı ile senin hırsızın benimkinden kötü demek demektir. İktidar partisinin yaptığı her şeye kulp takıp ama aynı şeyleri sizin adamlarınız yaptığında sesiniz çıkmıyorsa en hafif tabiri ile iki yüzlüsünüz demektir. Aynı durum iktidar içinde geçerlidir.
Çocuk yaşta çocukları dağa kaçırıp, onlara askeri eğitim adı altında teröristlik öğretip devletin askerine, polisine, öğretmenine ve görevlisine kurşun sıkanlara ağıt yakıp “cici çocuk” muamelesi yapıp sonrada kendinize hain dendiğinde kızmaya, hakaret etmeye ve olayı sabote etmeye hakkınız yoktur. Yanlış her zaman ve her yerde yanlıştır. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Ve bu tür davranışların sonu kin ve düşmanlığa neden olmaktan başka işe yaramaz. Her hâlükârda çıkmaz sokaktır.
Sözüm ona “ekmek almaya çıkan çocuğa” eylemde polislere taş atarken ölünce yaptığınız güzelleme ile size hakaret eden çocuğa gösterdiğiniz tepki farklı olduğu müddetçe sizin haklılığınızın hiçbir gerekçesi olamaz. Bu konuda gayet açık ve net olarak yaptığım iki spot cümlelik paylaşım galiba bazılarının gaz giderme aracına dönüşmüş. Yapmayın etmeyin, doğruları bile tartıştığımız zaman bizim bir araya gelmemiz, memleketin hayati meselelerinde birlikte olmamız ve birlikte mücadele etmemiş mümkün olamaz.
Siyaseti amacından uzaklaştırıp egolarını tatmin alanına dönüştürenlerin sizin temiz arı, duru duygularınızdan nemalanmalarına izin vermeyiniz. Unutmayın onlar bugün var yarın yoklar. Ama bu millet ilelebet var olacak. Olacaksa da bu bizim birbirimizi anlamamız sayesinde olacaktır. Geceliği 140 bin lira olan lüks otel odalarından garibanlara seslenenleri ve fakirlik edebiyatı yapanları da ciddiye almayın. Siyaset sayesinde iki üç yerden “ballı kaymaklı” maaş alıp da fakir edebiyatı yapanları da dikkate almayacağımız gibi.
Hiç adetim olmadığı üzere, geçen gece bir yakın arkadaşın düğününe giderken Ordu sahilinden geçtim. O kadar lüks mekanlar yapılmış ki ışıltıları göz alıyor ve hiçbirinde boş sandalye de yok. Burada yiyip, içenlerin çoğu da “millet aç aç” diye bağırıp tempo tutan sabırsız ve şükürsüz taifesi. İki yüzlülüğün bu kadarına da pes dedirtiyorlar. Hem açlar ama hem de en lüks mekanlarda yiyip içiyorlar. En lüks arabalara biniyor, en tanınmış markaları giyiyor ama açlık edebiyatını da unutmuyorlar.
Lütfen eğri oturup doğru konuşalım ya da susalım.