Bugün, 9 Ocak 2025 Perşembe

Olgun YÜKSEL


EMMOĞLU (FERDİ TAYFUR ANISINA)

EMMOĞLU (FERDİ TAYFUR ANISINA)


 

Değerli okurlar, çocukluk ve gençlik yıllarımın, anılarının en önemli parçası Ferdi Tayfur anısına bu yazımı yazmaya karar verdim.   

1976’larda muhtemelen ilk kez dinlediğimi hatırlıyorum. Bizim radyomuz vardı ancak, Ferdi Tayfur radyolarda yoktu. O yıllarda arabesk radyolarda asla çalınmazdı. İlk okulda Orhan isminde ki  sıra arkadaşımızın evinde teyp vardı. Köy yerinde okul çıkışı onların evine gider ve o teybe Ferdi Tayfur kasedini koyar, saatlerce dinlerdik. Orhan, Ferdi Tayfur’un tüm şarkılarını ezbere bilirdi. Ortaokul vs. hayatımızın bir yerinde Ferdi Tayfur Şarkıları daima olurdu. Ortaokuldan sonra Liseyi askeri okulda okumaya başladım. Sınıf Amirimiz öğrenci gazinosunda her ne kadar arabesk müziklerin çalınmasını istemiyor olsa da akşamlar neticede bizimdi ve Gazinonun içi Ferdi Tayfur’lar, Orhan Gencebay’lar daha niceleri bangır bangır çalar bazen sohbet etmekte dahi güçlük çekerdik. Çarşı izinlerinde Çankırı’nın iki eğlencesi vardı. Önce pastaneye gidip bir şeyler yemek ve sonra sinemaya gidip iki film birden koydurup birinci filmi bitirip, ikinci filmin ortasında kalkıp, geç kalmamak  için okula dönmekti. Film aralarında arabesk müzikleri, sinemayı inletirken, en sevdiğim, kola ya da sarı asitli içecekle birlikte poğaça yemeye bayılırdım. Açıkçası Askeri Lise yıllarımın bir döneminden sonra sürekli aynı tarz müzikleri dinlemekten hatta duymaktan sıkılmaya başlamıştım. Dahası yorulmaya başlamıştım. Çünkü gurbet bize artık acı vermiyordu. Alışmıştık. 154 cm. boyla girdiğim okulda boyum 170’i geçmiş kıldan eser olmayan yüzümde seyrek şekilde siyah kıllar çıkmaya başlamış,  ve nihayet  hangisi olduğunu hatırlamadığım üsteğmen rütbesindeki bir öğretmenimizin uyarısıyla artık 3-4 günde bir sabun ve  permatik kullanarak o kılları kesmeye başlamıştım. Spor, ders, eğitim üçgeninde, yıllar, aylar günler kalk borusuyla başlar, arkasından tüm koğuşa yayınlanan müzikle toparlanırız ve yarım saat içinde yatak, dolap düzenleri sağlanır, botlar boyanır kişisel temizlikler biter ve saat 06:30’da etüt saatimiz başlardı. O müziklerin her kısmında mutlaka Ferdi Tayfur’un da bir çok parçası olurdu. 

 Yıllar sonra bu sürecinde  sonu gelecekti. 1981 yılında girdiğim askeri okulun çeşitli aşamalarından geçtikten sonra 1986 yılında, 20 yaşıma girdiğimde Arabesk müziğin, ve filmlerinin tüm iyi veya kötü en enlerine  maaruz kalmış olarak  Astsubay rütbesiyle, tüm arkadaşlarımızla birlikte Türkiye’nin her bölgesinde ki kıtalara dağıldık. Öğrencilik hayatımın sonrasında bir daha asla arabesk müzik dinlememeye başladım. Filmlerini asla izlemedim. Hep aynı konu, aynı travma, aynı drama acıların çocuğu, acıların kadını, zengin kadın, fakir genç, kötü baba, kötü kayın baba, vs. Anlatmak istediğim arkadaşlarımın, istisnalar hariç neredeyse tamamının kısıtlı olan dinleneceğin her saatinde bu müzikleri bıkmadan usanmadan dinlerlerdi hatta aşık olmuş olan, kız arkadaşı olan bazı arkadaşlarımın da ağladığını bilirim. Halbu ki bende, 5 yıl boyunca bunlara maaruz kalmanın yarattığı travma ayrıca incelenebilir. Göreve başladıktan sonra kasetçalarımın yanında her türlü müzik kasetleri olur fakat arabesk müziğe ait bir kaset bulmak asla mümkün değildi.

Yıllar geçti. Garp ile şark arasına sıkışan hayatımızın bir döneminde memleketimiz gerçekten  BEKA sorunu yaşıyordu.  Ülkemin doğusunda bulunan tüm coğrafyasına terör resmen çökmüştü. Bende 1990 yılından itibaren Garp ile şark arasında dönüşümlü olarak gidip gelmek suretiyle yer alıyordum. Muhtemelen 1993’ün bahar aylarındaydık. Yıllarımız artık medeniyetten tamamen mahrum  kalmış olarak çadırlarda ya da açık arazilerde  geçmeye başlamış ve buna da alışmıştık. Bazen bir Jandarma karakolu dibinde konuşlanırsak ve burada birkaç ay kalabilirsek televizyon izleyebilir, banyoda sıcak akan duşa kavuşabilirdik. Birde aynaya bakarak sıcak suyla yüzümüzü yıkayıp sakal traşı olabilmenin  keyfi benim için paha biçilmezdi. Sakal traşı olmak en ağır koşullarda dahi benim için bir saplantıydı. Hiç kimsede olmayan, zavallı eşimin Almanya’dan getirdiği pille çalışan çok küçük bir sakal traş makinem vardı. Evleneli bir yılı geçmişti ve biz 2 ay dahi birlikte yaşayamadan memleketimizin BEKA meselesiyle mücadeleye devam ediyorduk. Eşimin eliyle yüzümü okşadığını hayal eder ve günlük traşımı hiç kimse fark etmeden  sırt (hücum) çantamın cebinden çıkarır cep aynasına bakarak sakal traşımı olurdum.  Yüz hatlarımın sakala bulanmamış olması takımımdaki vatan evlatları arasında ayrı bir etki yaratır dinç bir görünüm sağlamam da  morallerini yükseltirdi.  Şöyle düşünün subay, astsubay, uzman çavuşlar ve erbaş erlerin tamamı bir hafta on günlük sakallı iken ben daima günlük traşlıydım. Hatta botum dahi boyalı olurdu. Bunun benim moralim üzerinde de etkisi olurdu. Bu görünümümle birlikte, sıcak temaslarda, mahallenin delisi olarak arkadaşların şaka konusuydum. O koşullar normalde akıllı insanların tahammül edebileceği koşullar hiç değildi. Aslında hepimiz bayağı kırıktık. Hatta küçük cep radyosundan klasik müzik bulup onu dinliyor olmamda bayağı alay konusuydu. Klasik müzik beni rahatlatırken ve ruhumu dinlendirirken diğer arkadaşlar için tuhaf bir vızıltı gibi algılanıyordu. 

İşte böyle bir mücadelenin içinde sıcak çatışmaları kayıpsız atlatmanın verdiği keyifle Şırnak bölgesinde bir Jandarma Karakolunun kenarına ilişmiş olarak kurulan üs bölgesinde çadırımda akşamın alaca karanlığında elbiselerim ve botum dahi ayağımda kampetime uzanmış öylesine dinlenirken, çok duru bir ses duydum. Müthiş güzeldi.

“Bu kadeeeh senin şerefine Emmoğlu

O türküyü bir daha çal gene çal

Karşı dağı duman aldı pus aldı

Uzun ömrüm yar yolunda kısaldı

Sazına vuran eline kurban

Allah'ına kurban Emmoğlu…”

Kalktım sese doğru gittim. Muhtemelen benden 25-30 metre mesafede yer alan bir çukurun içinde iki kişi bir bezin üzerine çilingir sofrası kurmuşlar, Biri silah teknisyeni olarak bildiğim benden oldukça kıdemli Başçavuş Ağabeyimiz ile Jandarma Karakolunda görevli bir Uzman Jandarma Çavuş, küçük çay bardağına rakı koymuşlar birkaç peynirle birlikte  sofra yapmışlar. Şarkıyı uzman jandarma söylüyor kendilerine göre eğleniyorlar. “Gazi Ağabey nereden buldunuz bunu” dedim. Ben gelirken küçük bir şey sıkıştırmıştım, uzak durma oğlum katılsana bize, bilirsin ben herkesi yanıma almam dedi. Elbette Abi ne demek deyip, Sohbete başladık. Uzman arkadaşa kaç yıldır buradasın diye sordum. 2 Yıl oldu. dedi. Evli 2 yaşında da çocuğu varmış Yalnız benden yaşı küçük tabiî ki. Herkesin ailesi memleketlerinde ve herkes ailesinden ayrı yaşıyor. Şu şarkıyı bir daha söylermisin dedim. Bende çay bardağına daldım. Bir daha söylermisin?  bir daha söylermisin? Her sohbet arasına bir emmoğlu sıkıştırdık. Uzun bir aradan sonra herhalde böyle bir çalgısız canlı müzik dinlememiştim. Ferdi Tayfur’u ne zaman basında tv’lerde görsem hep o akşamı hatırlarım.

 Ruhun şad olsun Ferdi Tayfur, Allah rahmet eylesin. Mekanın cennet olsun.