Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyurulmaktadır. Öyleyse, Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara ne mutlu! Onlar için korkulacak ve endişe edilecek bir durum yoktur. Kur’an-ı Kerim’in tüm ayet mealleri incelendiğinde dinimizin özünün hak, adalet, doğruluk ve dürüstlük olduğu görülür. Allah’a imandan sonra bireyin ve toplumun kurtuluşu için sözün doğrusunu söylemek hem insanlığın, hem de dinimizin gereğidir.
Kitabımız Kuran’da olduğu gibi Sevgili Peygamberimizin hayatında da en önemli husus şüphesiz doğruluk ve dürüstlük prensibidir. Hak Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa Sallâllahû Aleyhi Vesellem Efendimiz doğruluğu, dürüstlüğü hayatın her aşamasında yaşanılması icap eden birer ilke haline getirmiştir.
Bir sahabe Allah Resulüne “Erken yaşlandınız Ya Resulallah” dediğinde Allah’ın Elçisi “Beni ‘emrolunduğun gibi dosdoğru ol’ mealindeki ilahi emir yaşlandırdı.” demişlerdir.
Sevgili Peygamberimizin, kendisinden nasihat isteyen birine Allah’a imandan sonra doğru ve dürüstlüğü emretmesi O’nun bu ilkeye verdiği önemi göstermektedir. Çünkü Hz. Peygamber vefatına kadar hayatının her safhasında bu ilkeye sadık kalmış ve harfiyen uygulamıştır. Bu nedenle olmalı ki, Kendilerine de Mekke halkı tarafından ‘Muhammed’ül emin’ denmiştir.
İnsan göründüğünden ziyade bir de iç dünyaya, bir öze sahip bir varlıktır. İnsan genellikle dış dünyada her yaptığı işi ilk önce kendi iç dünyasında kurgular sonra da dış dünyada uygular. İnsan kendi benliğinin bilincine vardığı ölçüde kendine güven duyar. Öz güven ise inancın temel taşıdır.
Hani hep vicdanın sesine kulak vermekten bahsederiz ya. İşte vicdanın sesi, yani dini anlamda içimizdeki ses bir anlamda Peygamber Efendimizin sesini duymak gibidir. Bu anlamda aslolan, insanın içindeki sesle dışardaki vahyi buluşturmaktır.
Bizler Müslüman olarak Allah’ın emrettiği Hz, Peygamberin sünnete dönüştürdüğü en önemli ilke olan hak, hakikat, adalet, doğruluk ve dürüstlüğü kendimize ülkü edinmeli, sonra da insanlık alemine Muhammed’ül emin sesinin kesilmeyeceğini göstermeliyiz. Yani insanlık için ortaya konmuş, ortak aklın gereklerini doğruluk, dürüstlük ve adaletle yakalamalıyız. Şu bir gerçek k, Allah Resulü (s.a.v.) sadece doğruluk diye haykırmamış, hayatı boyunca onu hep uygulamış ve ondan hiç taviz vermemiştir.
Öz benliğimizi keşfetmek, özümüzle bağlantı kurmak anlamına gelir. Gerçek kimliğimize inanmak ve onu dile getirmek demektir. İşte insan doğru ve dürüst olmayı hem iç dünyası, hem de dış dünyasıyla birlikte kazanmalıdır. Hakikat o ki, insanın içerisinde yani özünde olası küçük, milimetrelik bir sapma, dışarıda kilometrelerce açıklık, kayma meydana getirebilmektedir. Dinimizde, insanın içindeki sapmaya yani içi başka dışı başka olanlara ikiyüzlü, münafık denmektedir. Bu gün birçok insan bırakın ikiyüzlü olmayı, iki yüz yüzlü olarak hareket etmektedir.
Ticaretten sosyal hayata, siyasetten hukuka, üretimden tüketime toplumun her kesiminde doğru ve dürüst olunmadığı sürece o toplumun değişmeyeceğini ayetlerden okumaktayız. Mesela siyasiler doğruluğu, dürüstlüğü kendilerine ne kadar ilke edinmekte? Ticarette insanlar ne kadar doğruluk içerisinde? Amir, memur, hoca, iş veren, işçi vs hepimiz hayatta ne kadar doğru ve dürüst davranmaktayız? Bunu öz eleştiri olarak kabul edip kendimizi sorgulamak zorundayız. Bu sorgulama öyle yalancıktan değil, gerçekten Allah rızası için bir sorgulama olmalıdır. Ne mutlu bunu yapanlara.