Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Kemal MENCELOĞLU


EZAN, KURAN ve AYASOFYA

EZAN, KURAN ve AYASOFYA


 

 

         Meşhur Edebiyatçımız Yahya Kemal’in 30 Mart 1922’de Tevhid-i Efkar Gazetesinde yayınlanan “Ezan ve Kur’an” isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz. “Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fath’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor! Selim’in Hırka-i saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hala okunuyor!” diye belirtmiştir Yahya Kemal.

Yüce Allah İstanbulu fethedip milletimize armağan eden Fatih Sultan Mehmet ve Hilafeti Osmanlıya getiren Yavuz Sultan Mehmet

        Birçok günlerimi Ziya Gökalp’le konuşarak geçirdim. Diyarbekir’in bir harika olan bu oğlu konuştuğu zaman istikbalin muhayyel bünyanını kuran dev gibi bir mimara benzerdi; İlk Müslümanlar gibi mütedeyyin, ilk Türkler gibi bani idi; maziye arkasını çevirmiş sabit bir bakışla yalnız istikbale bakardı. Maziye karşı daüssılamı hararetle söylediğim bir gün dedi ki;

Harabisin harabati değilsin Gözün mazidedir ati değilsin

Ben de mazinin kulağıma fısıldağı bir sesle cecap verdim:

Ne harabi ne harabatiyim Kökü mazide olan atiyim dedim.

         Bir cevaptan başka ciddi manası olmayan bu sözde sonraları hissettim ki, küçük bir hakikat varmış. Mütarekeden sonra maziye karşı daüssılam arttı. Kendimi avutmak için tek başıma İstanbul’da geziniyordum. Bu şehirde geçen beş asırlık hayatımızın safhalarını birer birer hissettikten sonra gönlüm bir merhalede tevakkuf etti. Fatih’in Edirne’den İstanbul üzerine o yürüyüş; yirmi iki yaşında bir çocuk olan o Fatih; Kostantiniyye fethine dair bir hadisin müjdesini hisseden o asker; tarihin en büyük faslını açmaya gelmiş olan o ejder gibi toplar Gelibolu’dan gelen o binbir yelkenli beyaz donanma; hasılı o safha kalbimde canlandı. Elli yedi gün süren o muhasaradan ihtiyar Akşemseddin’in kocamış bir kartal gibi kollarını açarak top gürültüsüne karışmış bir sesle: “Ya Müfettiha’l-ebvab!” diye bağırdığı tepelerden surlara baktım. İhtiyar Karaca Bey’in Rumeli askerlerini yıldırım gibi boşaltarak kırdığı Edirnekapı ve Tekfur Saray’ı burçlarının üstünde oturdum. Zağanos Paşa’nın elli yedi gün Türk hamlesiyle yıkmaya çalıştığı Eğri Kapı ve Haliç kulelerini gezdim. Yedikule’den Eyüb’e kadar Türk ordularının bir sel gibi taştığı uzun yolda yürüdüm.        Topkapı’dan Edirnekapı’ya kadar giden büyük surun orta kapısından şehre girdim. Rumi mayısın yirmi dokuzuncu sabahı şafak sökerken, fetih askeri ilk defa buradan girmiştiler. O şafak vaktini, o müthiş mahşeri, 857 seneden İslâm’ın muntazır olduğu o sabahı, o büyük saatleri, o coşkunluğu, o sevinci bütün kalbimle hissettim.

          Fatih’in büyük tabutunun cephesinde duran destanı. Bellini’nin meşhur resmi kadar bu tasvirin vehmini veriyordu. Fakat bu gördüğüm rü’ya maziydi. Birgün Ayasofya minaresinden ezan okunduğunu işittim. 857 senesinin o sabahından beri asırlarca günde beş defa okunmuş olan bu ezan, hal-i vaki’di. Bu ezanı dinlerken Fatih’i asıl manasıyle ilk defa idrak ettim!

        Yine birgün padişahlarımızın Topkapı Sarayı’nda Revan Köşkü’nü ziyaret ediyordum; uzaktan Kur’an okunuyordu, yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyaretimde rehber olan zata sordum. Dedi ki: “Hırka-i Saadet Dairesi’nden geliyor”.

        Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil bir odanın Türkkari penceresi önünde durduk. İçerde iki hafız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş gözlerini yummuş oturuyordu, diğeri diz çökmüş müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu, rehberime sordum: “Hırka-i saadet önünde Kur’an ne zaman okunur?” dedi ki: “Dört asırdan beri her saat! Geceli gündüzlü.”

        Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadet’i, Mısır’dan getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hâfız nöbetle kur’an okur. Türk tarihinde bir dakika bile buradaki Kur’aıı sesi kesilmemiştir.

       Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor! Selim’in Hırka-i saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hala okunuyor!

Eskişehir’in, Afyonkarahisar’m, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz!”

Tam bir asır sonra bu değerli yazar ve şairimizin bu güzide yazısını sizlerle paylaşmak istedim. O ezan bugün dört minareden okunuyor; Kuran da okunuyor. Manevi temellerimiz bunlardır. Allah bizleri bü güzelliklerden mahrum etmesin.

 

Fethedildi İstanbul, alameti de sensin,

O muhteşem halıda en kıymetli desensin,

O mübarek mekanın müminlerle bezensin,

Fatih’in emaneti ümmet seni çok sevdi,

Hamdolsun ki Rabbime, yeniden bize verdi.

 

Mihrap, minber ve kürsün hasret kaldı sedaya,

Asır girdi araya dönüştün sen sevdaya,

Kavuştuk artık sana, şükür olsun Mevla’ya,

Alınlar secdelerde gelenin eksilmesin,

Kıyamet kopana dek nefesin kesilmesin.