Bugün, 23 Nisan 2024 Salı

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-11

VER ELİNİ İSTANBUL


Lise yıllarının sonuna gelmiş ve son sınıftan fizik dersinden beklemeli duruma düşmüştüm. O yıl girdiğim Üniversite sınavlarında da hatırı sayılır bir puan almış ve tercihlerimden birine girememiştim. O dönemlerde ODTÜ sınavı ayrı yapılır ve kendi sınavı ile öğrenci alırdı. O imtihana da başvurmuş ve girmiştim. Hiç unutmuyorum ben 42,25 puan almıştım, ODTÜ ise 42,50 puanla öğrenci almıştı. Yani 0,25 puanla kapıdan dönmüştüm.

Gelecek senenin ağustos ayına kadar beklemek zorundaydım. Köyde kalsam yapacak bir şey yok. Dershaneye gitmeye kalksam o zamanlar dershane falan da yok. Gençlik ve delikanlılık hali, o sıralarda bir de kız arkadaşım var ama ailem ve özellikle babam durumu bildiği için “duman atıyor” ve bu işe rıza göstermiyordu. O kızın ve ailesinin bizim ailenin kriterlerine uymadığını, bu işin sonunu hayırlı görmediğini söylüyor ve benim bir an önce bu maceradan dönmemi anneme söylüyordu. Tabi ki de annem de bana.

Artık benimde bu işten soğumaya başladığım bir dönemde onlara güya rest çeker gibi; “Ya bu kızla evlendirin ya da beni İstanbul’a gönderin” dedim. Bir gün babam anneme:” Şu parayı hayırsıza ver, gözüm görmesin nereye giderse gitsin” diyerek İstanbul vizesini vermişti. Böylece bizim ilişkimiz fazla uzun soluklu olamadan sona ermişti.

O zamanlar Giresun’dan İstanbul’a Ulusoy, Süzer ve Kamberoğlu firmaları yolcu taşıyordu. Bizde halam oğlu Alibey’le birlikte biletimiz alıp, İstanbul’a gitmek için hazırlıklara başladık. O zamanlar İstanbul’a Ankara üzerinden gidiliyordu. Henüz Samsun-Tosya yolu henüz açılmamıştı. İstanbul yolculuğu da o zamanlar neredeyse 24 saati buluyordu. Sabah biniyor ertesi sabah İstanbul’a varıyordunuz.

Giresun’dan hareket ettik. Bu benim ilk defa uzun yolculuğum idi. Daha üniversite imtihanı için il dışı Trabzon’a gitmiştim. Bizim dönemimizde Üniversite imtihanları her ilde değil belli merkezlerde yapılıyordu. Bir gün önceden gidiyor o gece orada kalıyor ve sabahleyin imtihana giriyordunuz. Bende bir gün önceden Trabzon’a gitmiş ve tahtakuruları arasında otelde bir gece geçirmiştim. Bu ikinci yolculuğum oluyordu.

Yolculuğumuz sahil boyu devam ederken gayet neşeli bir şekilde devam ederken, birden Samsun’dan ayrılıp içeriye doğru yol almaya ve denizi gözden kaybetmeye başlayınca içime bir hüzün çöktü. Otobüsün teybinde de Neşe Karaböceğ’in o sıralar çok sevilen aşk ve hüzün kokan parçaları çalınmaya başlayınca bende gurbete gitme macerası hüzne döndü. Her parça biraz daha içime işliyor ve hüzün basıyordu.

Nihayet ertesi sabah gün ağarırken Harem’e geldik. O zamanlar boğaz Köprüsü falan yok Haremden arabalı vapurlarla karşıya Sirkeci’ye geçiyorsunuz oradan da Topkapı otogarına. Otobüsümüz Harem’de inecek yolcuları bıraktıktan sonra sıraya girdi, ne kadar bekledik hatırlamıyorum ama epey bekledikten sonra arabalı vapura bindik ve karşıya geçtik. Topkapı otogarında otobüsten indik, valizlerimiz elimizde Sağmalcılar minibüs durağının yolunu tuttuk.

Rahmetli Kazım amcam Cezaevi yakınlarında oturuyordu. Küçücük bir gecekondusu vardı. Rahmetli Ayşe yengem, kızı Hafize ve özürlü olan oğlu Ali (Allah rahmet eylesin) ile birlikte 50-60 metrekarelik bu kondu da hayat sürüyordu. Benimde başkaca gidecek yerim olmayınca bir de ben sırtlarına yamandım. Zaten dar olan ev daha da daraldı. Fakat onlar bu durumdan hiç şikayetçi olmadılar aksine eve yeni bir ses ve soluk geldiği içi menün da oldular.

Bir süre İstanbul’a alışma devrem oldu. Çevreyi tanıma, bir yerden bir yere nasıl gidilip gelineceğini öğrenme ve yeni arkadaşlar edinme dönemim oldu. Bu sıralarda Rahmetli dedemin Halası olan Elmas halamızın beyi Ali eniştem ki herkes ona adı ile değil de lakabı ile çağırırlardı “Dost Ali”. Ali enişte güngörmüş, feleğin çemberinden geçmiş ve insan canlısı biri idi. Ali enişte gündüzleri Vatan Caddesi üzerinde Fatih civarında bir kamyon garajında bekçilik yapıyordu.

Bir gün bana; “Haydi seni bugün benim iş yerine götüreyim, oralarda gezersin, Aksaray ve civarını öğrenirsin, hem de canın sıkılmaz, olmazsa seni geri gönderirim” dedi. Ben neden olmasın dedim ve çok da sevindim. Cezaevi’nin orada duraktan Bayrampaşa-Vezneciler minibüsüne bindik. O zaman bu hatlarda Ford minibüsler çalışırdı. Biz oturmaya yer bulduk ama bizden sonra binenler balık istifi birbirinin üstüne bindi. 12 kişilik minibüste 20-25 kişi olur ve zor nefes alınırdı. Birkaç durak sonra geçen bir kız minibüse bindi, ayakta neredeyse preslenecek gibi. Hani bizde delikanlı ve centilmeniz ya az da olsa tahsilimiz var; kızcağıza kalktım ve yer verdim. Allah! herkeste bir tuhaf bakışlar, sanki benim gibisini ilk kez görürmüş gibi tuhaf tuhaf bakışlar. Neredeyse yer verdiğime pişman edecekler. Bu da benim için acayip bir tecrübe oldu.

Onlar bu işe galiba kendilerine göre başkaca anlamlar yüklemişlerdi. Ama ben bir daha o kızcağıza tesadüf bile etmedim. Aslında etsem de ne olacaktı ki. Sayfa bitti ancak İstanbul’a gelebildim. Galiba bu konuda biraz daha kalem oynatmam gerekecek. Çünkü anlatılacak çok daha önemli şeyler var gibi.