Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-13 AH İSTANBUL VAH İSTANBUL

HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-13 AH İSTANBUL VAH İSTANBUL


İkinci işimizden de olunca yeniden iş aramaya başladım. Tanıdık, bildik herkese haber saldım ki bir iş çıkarsa haberim olsun. Millet zaten zar zor geçiniyor, birde ben yük olmayayım ve az da olsa aile bütçesine katkı sunalım. Nihayet arkadaşlarımdan birinin çalıştığı ambalaj fabrikasında işçi arandığını haber aldım ve adresini öğrenerek iş yerine gittim.

İş yeri Taşlıtarla-Küçükköy yol ayırımında Berec pil fabrikasının hemen karşısında çeşitli ebatlarda siparişe göre oluklu mukavvadan kutu yapan bir iş yeri idi. Fabrika müdürü Bir bankadan emekli olan Hasan Bey diye biri idi. Esas patronu çalıştığım süre içinde görmedim bile sadece orta yaşlarda bir kardeşi vardı o bizimle beraber zaman zaman fabrikaya gelirdi. Oldukça babacan, cana yakın ve işçilerle karşı çok iyi davranan biri idi.

Müdürle görüşmemiz sırasında benim lise son sınıfta bir dersten beklemeli olduğumu söylemem galiba hoşuna gitti ve tahsilli birini işe almaktan memnun olduğunu söyledi. Zamanla fabrika çalışanları ile tanıştıkça onların çoğunun ilkokul, birkaç tanesinin de ortaokul mezunu olduğunu öğrenince benim konumum onlara göre çok farklı idi.

İşe başladıktan sonra kısa süre içinde Hasan Bey bana büroda yazı işleri ve hesap işleri görevi de vermeye başladı. Mal teslimatı, paketleme de sayma işlemi benim görevlerim arasındaydı. Boş kaldıkça işçilere de yardım ediyordum. Kısa zamanda işçiler arasında sevilen ve sayılan biri oldum. Herhangi bir şey olduğunda ustabaşı bile bana danışır oldu.

Fabrikaya kamyonlarla gelen büyük rulo parşömen kağıtları yapılan işlemler sonunda mukavva kutu haline geliyor ve üzerlerine hangi firma sipariş verdi ise onun etiketi basılıyordu.

Arkadaşlarım, Müdürümüz ve patronun kardeşi bana devamlı bu işin benim işim olmadığını üniversite imtihanlarına hazırlanıp, üniversiteye gitmem gerektiğini telkin ediyorlardı. Belki de bu telkinler olmasa hiç düşünmeyebilirdim de imtihana girmeyi.

O yıllarda İstanbul’un nüfusu bu günkü gibi kalabalık değildi. 3-3,5 milyon dolayında bir nüfusa sahipti. Fakat şehirde sorunlar bu günkünden çok daha fazla idi. Trafik sıkışıklığı bu günkünden çok fazla. Çöpler dağ gibi sokaklarda yığılı, musluklardan bol bol “tııssss” sesi geliyor bazen haftalarca sular kesik oluyordu. Rahmetli yengemin banyosu ağzına kadar plastik kaplarla doluydu. Sular geldiğinde bu kaplar doldurulur, bir daha su gelene kadar kullanılırdı. Şöyle banyo kazanının altını yakayım, sıcak su ile bir banyo yapayım demek, hayal görmekle eş değerdi.

O yıllar ülkemizde sağ-sol olaylarının gittikçe tırmandığı, mahallelerin kurtarılmış bölge olarak ayrıştığı dönemlerin de başlangıcı idi. Özellikle DİSK denilen aşırı sol sendikanın işçiler arasında sendikalaşmak için çok çaba harcadığı bir zaman dilimini yaşıyorduk. Bizim fabrikada da 30-35 dolayında işçi çalışıyordu.

Çalışanlar arasında çok güzel bir arkadaşlık ve dayanışma vardı.

Bir gün işe gelmemiştim, o günde DİSK temsilcileri iş yerine gelmiş, arkadaşlarla görüşmüşler ve sendikaya üye olmalarını istemişler. Onlarda “biz bu işlerden pek anlamayız, bu gün aramızda olmayan bir arkadaşımız var, yarın o gelince onunla görüşürsünüz” demişler.

Ertesi gün öğle paydosunda geldiler ve benimle görüşmek istediklerini söylediler. Beraberce yakınlarda bulunan bir lokantaya gittik ve bana durumu anlatarak sendikalı olmamızı salık verdiler.

Sendikanın, iççiler için önemini, getirisini, sağlayacağı hakları uzun uzadıya anlattılar. Ben de kendilerine biraz müsaade etmelerini, araştırmam gerektiğini ve sonrasında tekrar görüşebileceğimizi söyledim ve ayrıldık.

Sorup, soruşturup öğrendim ki bunlar “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu” imiş. Yani solcu. Benim hiç yerimde solcu yazmıyordu ve ben mütedeyyin bir ailenin evladı idim. Hiçbir neden benim solcularla iş birliği yapmamı mümkün kılamazdı. Üstelikte hak arayacağız diye günler, aylar süren grevler ülkenin anasını ağlatmışken ben birkaç kuruş menfaat için onlarla işbirliği yapamazdım.

Daha sonra yeniden geldiler ve kendilerine ben burada olduğum müddetçe sendikalarına üye olmayacağımı ve ben olmayınca da hiçbir arkadaşımın olmayacağını kesin bir dille söyledim ve sendikacılığım başlamadan bitmiş oldu. 1974 yılına doğru memlekette ekonomik sıkıntılar baş göstermeye, çoğu küçük çaplı iş yerleri kapanmaya, kapanmayanlar işçi çıkarmaya başladılar.

Bizim fabrikada bundan nasibini aldı ve işçi çıkarımına gitti.

Üniversite sınavlarına da baş vurmuştum, beni çıkarmak niyetleri yoktu ama Hasan Bey’e gittim ve benim imtihan zamanımın geldiğini, memlekete döneceğimi, bunun bir ay önce veya sonra olmasının fark etmeyeceğini ve bu nedenle işten beni çıkarmalarını ve benim yerime birinin işte kalmasını söyledim. O da sağ olsun kabul etti ve benim işçilik maceram da böylece sona erdi.

Bu ayrıca İstanbul maceramın da sonu idi. Artık imtihan hazırlıkları ve tek ders imtihanı için memlekete dönme hazırlıklarına başladım ve geri dönüş işlemleri başladı.