Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-20

ZAMAN KÖTÜ VE KALLEŞ


O yılları yaşayanlar bilir, yaşamayan ne bilir. Ecevit’in ulufe usulü bakanlık dağıtarak kurduğu hükümeti kurması ile birlikte artık bizim için zor bir sürecin ayak sesleri duyulmaya başlandı. İdareciler yüzüme karşı bir şey yapmaya cesaret edemese de arkadan öğrencileri ve kendisi gibi düşünenleri çeşitli ayak oyunları ile kışkırtıyordu. Akla hayale gelmeyen sudan sebeplerle hakkımda soruşturma açılıyor ama sonuçsuz kalıyordu.

O sene okulun lise kısmı ilk mezunlarını verecekti ve son sınıf öğrencilerinin ikisi hariç çoğu sol görüşlü diğerleri ise “uydum imama” cinsinden beni sokmayan yılan bin yaşasın diyenlerdendi. Sınıfa ülkücü iki öğrenci vardı ve ikisinin adı da Şaban’dı. Birinin soyadı Gedik, diğerinin Çiftçi idi. Bir gün Şaban Çiftçi gizlice bana “Hocam sizinle bir şey görüşebilir miyim? Dedi. Bende olur dedim ve bana “Hocam siz Ülkücü olduğunuz için size karşı boykot uyguluyor ve derslerine bilerek katılmıyorlar. Dersinize bilerek çalışmıyorlar. Fakat bunu benim söylediğimi bilmesinler, sonra bana cephe alırlar.” dedi. Bende kendisine merak etmemesini söyledim.

Şaban’dan şüphelenmesinler diye bir hafta hiç sesimi çıkarmadım ve ertesi hafta derse girince masaya oturdum ve arkasından: “Çocuklar işçiler şayet sosyal, mali ve diğer özlük haklarını işverenden kanuni yollardan görüşmelerle alamazlarsa bunu greve giderek almaya çalışırlar ve iş bırakma eylemi yaparlar. Bu onların en tabii hakkıdır. Fakat işçilerin bu davasında haksız olduğuna inanan işverende elindeki lokavt kozunu oynar ve işçileri işten çıkarabilir. Bu da onun en tabii hakkıdır” dedim. Devamla:

“Duyduğum ve gördüğüm kadarı ile siyasi görüş ve düşüncelerimizin farklı olması nedeniyle, aklınız sıra dersleri boykot ediyor ve grev yapıyormuşsunuz. Bu tabi size göre bir hak olabilir ama ben şimdiye kadar size karşı olan tavır ve davranışlarımda hiç bu düşünce ile hareket etmedim ve öğretmen, öğrenci sınırları içinde davranmaya özen gösterdim. Şimdi ben de işveren olarak size karşı lokavt ilan ediyorum” dedim ve hepsini karatahtanın önüne dizdim.

Sınıfın en arka sırasına oturdum ve oradan hepsine cevaplayamayacakları kazık birer soru sordum ve bilemediler. Ben de not defterini açarak hepsine ayrı ayrı “kocaman bir sıfır” direyerek sözlü notu verdim. Bana muhbirlik yapanda buna dahil. Böylece sınıfın tamamına sözlü notu olarak “sıfır” verdim ve arkasından; bu dersten geçmek isteyen sene sonu gelene kadar elimdeki “Türkiye Coğrafyası” kitabını göstererek ezberlemeniz gerekir dedim.

Artık derse giriyor, yoklama alıyor onlarla hiç muhatap olmadan konuları anlatıyor ve dersi bitirip çıkıyorum. Artık sınıfta ses soluk yok. Yaptıklarının pişmanlığı var. Arada anne ve babaları okula gelenler oluyor ve “Hocam kusura bakma bizim çocuklar bir eşeklik etmiş, siz onların kusuruna bakmayın, affedin, artık onları derslerini almışlar, söz veriyoruz artık bir daha olmayacak” diyorlar ama ben hiç taviz vermiyorum.

Aslında not verirken de kurşun kalemle yazmıştım. Yazılılarda da aldıklarını değil almadıkları zayıf notları okuyorum. Baktılar olacak gibi değil, artık pişmanlıklarını sesli dile getirmeye, dersleri çalışıp anlatacaklarını söylemeye başladılar ve ben de arada sırada da olsa onlara anlattırmaya başladım. Fakat tavrımda hiç taviz verir bir durum yok.

Sene sonu yaklaştı, karne zamanı geldi ve ben hepsine hakları olan gerçek notları verdim ve hepsi sınıflarını geçip mezun oldular ama bu onlara iyi bir ders oldu.

Sene sonu yaklaştıkça kulağıma birtakım söylentiler geliyor ve benim sürgün edilmem için başta ilçe kaymakamı olmaz üzere CHP ilçe başkanı, Belediye başkanı ve okul müdürünün devletin imkanlarını kullanarak resmi arabayla Bolu’yu su yolu ettiklerini duyuyordum. Niyet hayır, akıbet hayır diyor kaderimizi bekliyoruz. Okulda diş geçiremediklerini başında ben geliyorum ve her yaptıklarında karşı çıkıp tavır koyuyorum. Yani kendi sonumu kendim hazırlıyorum.

Bir gün öğretmenler odasında konuşurken ben; sürgün edilirsem de önemli değil, memleket döner, bağ bahçe işlerinde çalışır, olmadı bir balıkçı teknesi ile balık avlarım, dedim. Militan bir Kaymakam var eşi de bizim okulda Türkçe öğretmeni, hemen söze karışarak: “Mehmet Ali Bey tuttuğunuz balıklardan artık bize de gönderirsiniz” değil mi? Dedi. Bende; neden olmasın hoca hanım tabi ki dedim. Ama bazılarına balığın eti, bazılarına da kılçığı gelir dedim. Herkes hak ettiğini alır dedim. Ortalık buz gibi oldu.

Böylece bizim de akıbetimiz belli oldu. Artık yolculuk zamanı gelmişti.