Bugün, 8 Mayıs 2024 Çarşamba

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-21

SIKINTILI BİR SÜREÇ


Hükümetin ve okul idaresinin değişmesi bazıları için mutluluk vesilesi olduğu gibi bizim için de kâbus dolu zamanların başlangıcı oldu. Halbuki göreve başladığımdan beri ne öğrencilerim arasında ne de öğretmenler arasında ayırım gözetmedim. Bazıları ile sadece fikir ayrılığı ve dünya görüşü farklılığım vardı ve ben biraz bu konuda tavizsizdim o kadar. Belki bazı öğrencilerim bunun ve öğretmenler bunun aksini düşünebilirler de onlara da saygı duyarım.

Fakat o dönemler ne yazık ki hepimizin birbirine ön yargılı baktığı dönemlerdi. Aslında ülkede sağ-sol kavgası yoktu. Olan Amerikan emperyalizmi ile Rus emperyalizminin Türkiye’yi kendi tarafına çekmeye çalışması ve bunun içinde insanlarımızın duygularını sömürmesi idi. Bir taraf ülkeyi Sovyet Komünizminden korumak, diğer taraftan Amerikan emperyalizmi ve faşizminden korumak istiyordu görünüşte.

Kazın ayağı hiçte öyle değildi ama biz bunu anlayana kadar 12 Eylül 1980 ihtilali olmuştu bile. İhtilalden öce aynı silahla sabah bir solcu öldürülüyorsa öğleden sonra da bir ülkücü vuruluyordu. Ya da tam tersi oluyordu ama bu bir sürü masumun canına mal olduktan sonra anlaşıldı. Gerçi bizim canımız bir şey olmadı ama bu mücadeleden dolayı çok çileler çektik.

1978-79 Öğretim Yılına başladık ama biraz kötü başladık. Yapılan ders programında bana sadece maaş karşılığı olarak ders verilmiş, benim girmem orta kısımdaki derslerim yandaş olan bir ilkokul öğretmenine peşkeş çekilmişti. Ben maaş karşılığı derse giriyorum ama benim girmem gereken derslere yandaş ilkokul sınıf öğretmeni ücret karşılığı giriyordu. Ders programım ise bir sanat eseri ve özellikle planlanmış sabah birinci saat ders var bir de öğleden sonra son saat veya parça pençik bir program. Bir günüm boş bırakılmış o güne de haftalık nöbet konmuş.

Maksat beni zor durumda bırakmak, tedirgin etmek. Başka türlü diş geçiremeyince böylece zor durumda bırakmak. Bunu kendilerine hatırlatınca da hikâye hazır “Sen stajyersin o nedenle öbür arkadaş tecrübeli onun için ona verdik” tabi yersen. Bende hiç açık vermeden görevimi en güzel şekilde yapıyorum ki onların eline başka koz vermeyeyim. Tabi bu arada olmayan nedenlerden birçok soruşturma geçiriyorum ama hiçbirini ispat edip ceza veremiyorlar.

Nihayet öğretim yılının sonuna geliyoruz ve Mayıs’ın son haftası öğleden önce öğrencilere karnelerini dağıtıyoruz ve öğrenciler okuldan ayrıldıktan sonra okul müdürü (!) beni çağırıyor ve kararnameyi elime tutuşturarak tayinimin çıktığını gayet memnun bir şekilde söylüyor. Düşünsenize okulda bir tane Sosyal Bilgiler öğretmeni ben varım ama onlar okulun öğretmensiz kalması hiç önemli değil, dersler gelecek yıl boş geçebilir yeter ki benden kurtulsunlar.

Tebliğ günü de özenle seçilmiş, tayinim çok önceden çıktığı halde öğrenciler arasında infial olur olaylar çıkar korkusu ile okulun dağılma günü ve saatini seçmişler. Kimsenin haberi olmadan benim defteri dürmek istemilşler.

Tayin yerimde özenle seçilmiş, başka bir yer değil Bolu-Kıbrısçık ilçesi Kıbrısçık Lisesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği. Burası o dönemler Bolu’da Küçük Moskova diye adlandırılıyor. O zamanlar nüfusu 1200 (yazıyla bin iki yüz). Alt yapı, üst yapı diye bir şey yok, geri kalmış bir köy. Lağım suları yüzeyden akıyor ama önemli değil Komünistler için “kurtarılmış bölge”. Özellikle benim oraya verilmem ve göreve başlayamam ve meslek hayatımın bitmesi istenmiş. Gittiğimde gördüm ki lisede orta kısımla birlikte 6 sınıf var ve benimle birlikte 4 tane de Sosyal Bilgiler öğretmeni var. Yani ihtiyaçtan verilmediğim aşikar.

Mehil müddeti kullanırken derdime çare peşine de düştüm, Bolu Milli Eğitim Müdürlüğü ile ve yetkililerle görüştüm, sürgün olmama karşı değilim ama görev yerimin değiştirilmesi ve başka bir yere verilmesi için çaba gösterdim, hatırı sayılır insanlardan yardım talebinde bulundum ama ne yazık ki Bolu’da çare bulamadım.

Sonra Ankara’da çare aramak yolunu seçtim. Daha önceleri Adalet Partisi milletvekili olan ama istifa eden şerefliler (!) arasında yer alıp mükafat olarak İç İşleri Bakanı yapılan Faruk Sükan efendiye eski arkadaşlarının birisinin mektubu ile ulaşıp derdimi kısa da olsa anlattım. O da bana kısa bir mektup yazdı ve Bolu Valisi’ne gitmemi söyledi. Bende en azından bir ümit belirdi. Ankara’dan dönüp günlerce bekleyerek validen randevu aldım. Faruk Sükan’ın mesajını ilettim. O da beni Vali Yardımcısına, Vali yardımcısı Milli Eğitim Müdürüne, oda Şube Müdürüne havale etti.

Şube Müdürünün odasına girdim, aksak, topal birisi idi. Kendisine olan biteni ve durumumu anlattım ve sürgün olmama razıyım fakat beni çalışabileceğim başka bir yere vermesini, Kıbrısçık’a gidersem can güvenliğimin olmadığını, başıma bir şey gelirse sorumlu olacaklarını anlatmaya çalıştım ama sanki duvara konuşuyor gibiydim. Benimle hiç alakadar olmadığı gibi belki de içinde “Oh olsun, belanı bulmuşsun” diyordu. Güya dinledi, dinledi ve sonra yetkisinin olmadığını ve yapamayacağını belirtti.

Anlaşmalı bir döğüşün içindeyim galiba, akılları sıra benimle top gibi oynayıp dalga geçiyorlar. Halbuki benim canım yanmış, bir kalleşliğe kurban gitmişim çare arama peşindeyim, adamların umurumda bile değil. O ara sigortam atmış ve ben can derdiyle madem yetkin yok, kalk s….r git boşuna bu koltuğu işgal etme bari dedim. “Sen ne biçim konuşuyorsun” deyince ben içimden geldiği gibi dedim ve kendisine bu devranın böyle gitmeyeceğini, “keser döner sap döner, bir gün gelir hesap döner” sözünü hatırlatarak, bu makam ve koltuğun baki olmayacağını hatırlattım ve kapıyı suratına çarpar gibi kapatıp çıktık.

Artık benim için yeni bir dönem başlıyordu. Ya gidip göreve başlayacak canımı tehlikeye atacak ya da mesleğimden daha başlamadan ayrılacaktım.