Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-22

YOLA DÜŞME ZAMANI


Bütün girişimlerim sonuçsuz kalınca ve mehil müddeti de bitmeye yüz tutunca yapmam gereken iki şey vardı; ya her türlü riski göze alıp Kıbrısçık’a gidip göreve başlayacağım, ya da gitmeyip müstafi duruma düşeceğim. En azından şansımı denemek ve göreve başlayıp, daha sonra da rapor, izin durumu biraz idare etmeye karar verdim. Ne de olsa burası Türkiye akşamdan sabaha durum değişiyor, belki hükümet düşer ve yeni hükümet kurulur bende bu zor durumdan en az zayiatla kurtuluruz diye düşünüyorum.

Gitmeye karar verdim ve beni götürüp tekrar geri getirecek bir araba ve şoför arıyorum. Fakat kimse oraya gitmek istemiyor. Hatta bazıları: “Hocam sen canına mı susadın, oraya gidip de başını belaya mı sokacaksın? Boş ver gitme koca Seben sana bakamayacak mıyız? Biz aramızda para toplar seni kimseye muhtaç etmeyiz.” Diye hem beni teselli ediyor hem de moral veriyordu. Ama ben gitmekte kararlıydım.

Nihayet Durmuş adında bir jeepci buldum ve gidebileceğini söyledi ve benden 55 lira ücret talep etti. Bende kabul ettim. Durmuş da benim gibi deli dolu, gözünü budaktan sakınmaz, lafını esirgemez oldukça da cesur biri idi. Zaten öyle olmasa bu riskli işe girişmez ve teklifimi de kabul etmezdi. Devlet bana yolluk olarak o zamanın parası ile 45 lira yolluk ödemişti, ben de 55 lira araç kirası ödeyerek Kıbrısçık’a doğru bir sabah yola çıktık. Köyler üzerinden Kıbrısçık’a vardık. Önce okula uğradım. Okulda müdür yok, bir müdür yardımcısı var, onun odasına girdim ve karşımdaki sima bana hiç yabancı değil. Biraz hafızamı yoklayınca tanıdığım biri çıktı. Gazi’de okuduğumuz yıllarda o da Beden Eğitimi bölümünde okuyan ve olaylar sırasında bizden sopa yiyen biri.

Sanıyorum o da beni tanıdı, neden tanımasın ki o yıllarda okulda en çok tanınanlardan biriyim. Durumu anlattım, okul hakkında bilgiler aldım ve buraya tayin olduğumu belirttim. Daha önce de belirttiğim gibi ben aynı branştan 6 sınıfın bulunduğu okula 4. Olarak atanmıştım. Müdür yardımcısı sağa sola telefonlar ediyor güya ben anlamıyormuş gibi davranıyorum ama birilerine sanki beklediğimiz geldi gerekeni yapın der gibi bir hali var. Bana; “Kaymakamlığa ve İlköğretim Müdürüne gitmemi” söylüyor. Ben de Hükümet binasına gidiyorum Kaymakam yok onun yerine İlköğretim Müdürü vekalet ediyor. O da yok Bolu’ya gitmiş, yerine bir memur bakıyor. Sanki benim geleceğim onlara malum olmuş gibi.

Görevliye durumu anlatıyor, göreve başlamam gerektiğini belirtiyorum. O da bana: “Yarını beklememi, İlköğretim Müdürünün gelmesini ve o gelince göreve başlayabileceğimi ve kendisinin buna yetkili olmadığını belirtiyor. Bende kendisine burada kalacak yerim olmadığını, göreve başlayayım da izin alayım ev bulup eşyalarımı getireceğimi söylüyorum ama nafile, duvara konuşuyorum. Sonra tekrar okula geçtim, müdür yardımcısına durumu anlattım. O da “yapacak bir şey olmadığını, hem biz burada ne geleni kabul ederiz, nede buradan bir arkadaşımızın gitmesini isteriz.” Diyerek niyetini de belli ediyordu.

Durum artık anlaşılmıştı, buradan bir netice almamız mümkün görünmüyordu. Aynı zamanda çeşitli bahanelerle de beni oyalıyordu. O sırada şoförüm Durmuş Emiralmaz kapıyı vurup içeri girdi ve kulağıma fısıldayarak: “Hocam, cadde epey kalabalıklaştı, eli sopalı gençler okulun 100-150 metre yakına kadar geldiler, burada durmamız tehlikeli olur. Haydi bir an önce buradan ayrılalım.” dedi. Ben de müdür yardımcısına benim göreve başlama yazımı yazmasını, aksi takdirde suçlu duruma düşeceğini hatırlattım ve odadan ayrıldım.

Okulun bahçe kapısından dışarı çıktım ki 30-40 kişilik bir grup bize doğru geliyorlar ve niyetleri de belli. Hemen jeepe atladık, çalıştırır çalıştırmaz hareket ettik. Yan camları açtık, bir camda benim elimde silah, öbür camda Durmuş’un elimde bir silah gelenlerin üzerine doğru sürdü. Silahları gören çapulcular sürüsü yoldan çekilip sağa sola kaçmaya başladılar. Biz de aralarından sıyrılıp geçtik ve kasabanın dışına kadar tetikte ilerledik. Nihayet bu cendereden sağ salim kurtulduk. Ama göreve de başlayamadık, çünkü başlatmadılar ve ben de başka çareler düşünmeye başladım. O sıralar da öğretmenlerin de sivil toplum kuruluşları vardı ve bende Ülkü-Bir’e kayıtlı idim ve disiplin kurulunda görevliydim. Allah hayırlı ve uzun ömürler versin, Hasan Dinç diye bir ağabeyimiz de başkandı ve durumu ona anlattım. Bana Bolu Devlet Hastanesi Psikiyatri kliniğinde doktor olan Uzman Doktor Musa Okur’dan on beş günlük bir rapor aldık.

Raporu Kıbrısçık Lisesine iadeli taahhütlü olarak gönderdim ve mektup kabul edilmemiş ve geri iade edilmişti ve üzerine de not düşülmüş: “muhatabı tarafından kabul edilmedi, iade”. Artık durum anlaşılmıştı ve bizim Kıbrısçık maceramız başlamadan bitmiş ve müstafi duruma düşmüştüm. Hiçbir suçum olmadan sürülmüş, yıllarca alın teri dökerek, bin bir güçlükle okuyup zar zor kazandığım öğretmenlik hakkım sırf siyasi ve ideolojik nedenler yüzünden elimden alınmıştı. Artık diplomalı işsizlerden biri idim.

Bu arada o yıl ben üniversite sınavlarına başvurmuştum. İmtihana girdim ve tek tercihim olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmeye hak kazandım. Aslında puanlarım bütün oklulara girebilecek kadar güzeldi. Hatta Türkiye derecesi yapmıştım ama tek tercihim vardı ve onu da kazandım. Kayıt zamanı kaydımı yaptırdım ve okula başladım ama okul solcuların kalesi ve karargâhı idi. Her gün olaylar, gösteriler ve okul içinde anma toplantılarından geçilmiyordu. Yapılan toplantılarda sol eller havada ve benim alışık olmadığım sloganlar atılıyor, ben de zoraki katılıyorum. Ama bazen yanlışlıkla sağ elimi kaldırıyorum, hemen yanımda bulunan biri beni uyarıyor ve durumu düzeltiyorum.