Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-24

ETME BULMA DÜNYASI


Hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşan okul müdürü, benimle tokalaşmak isterken kararnameyi elinde buldu. Açtı, baktı, okudu ve bana dönerek: “Hemen göreve başlayacak mısın, yoksa mehil müddeti kullanacak mısın?” diye sordu. Ben de kendisine yedi aydır boşta gezdiğimi hatırlatırcasına “yaklaşık yedi aydır mehil müddeti kullanıyorum, hemen göreve başlayıp derslere girmek istiyorum” dedim. “O zaman biz ders programını yapalım, yılbaşından sonra göreve başlarsınız” dedi. Ben de: “okulda branş öğretmeni olmadığını ve derslerin boş geçtiğini hatırlatarak, hemen derse girmek istiyorum, mevcut programı hemen verin başlayacağım” dedim.

Düşünebiliyor musunuz, sırf ideolojik nedenlerden derslerin boş geçmesine rağmen ve üstelik de stajyerliğim bile kalkmadan sürgün ediliyorum.

Sonra bana: “ne yapmayı düşünüyorsun” diye sorunca; bende: “açık bir hesap vardı onu kapatacağım” dedim. Artık onların tedirgin olma zamanı ve endişelenme zamanı. Ben Sebenli değildim, sürülmem çok da önemli değildi. Ama onlar Sebenli idiler ve kendi memleketlerinden sürüleceklerdi. Dünya böyle işte, etme bulma dünyası ne de olsa.

Hükümetin değişmesi ile birlikte Seben’de de değişim başlamıştı. Önce benim sürülmemde ön ayak olan ve hanımına balık kılçığı ikram ettiğim kaymakam sürüldü, arkasından Ecevit’in getirdiği bütün adamları ve arkasından da tabi ki bizim okula geldi. Önce Müdür, Müdür Yardımcıları sürüldü, hem de bir daha bu ilçede görev yapamazlar şerhi ile galiba yanlış hatırlamıyorsam. Bunu gören bazı öğretmenlerde kendileri tayinlerini isteyerek gittiler.

Fakat önümüzde önemli bir sorun vardı. Kimler idareci olacaktı. Bizden yana bu konuda bilgisi ve tecrübesi olan kimse yoktu. Önce özellikle benim müdür olmam istendi ama ben kabul etmedim, çünkü hiç tecrübem yoktu. Sonra kasabanın ileri gelenlerine Yusuf Topçu’nun olabileceğini söyledik ve Yusuf Bey de bu görevi kabul etti. Bende mecburen Müdür Yardımcılığı görevini. Boş bir Müdür Yardımcılığı kadrosu içinde resim-iş öğretmeni Mualla Erbaş hanımı zorla ikna ettim ve kabul etti. Ama yerine en kısa zamanda birini bulmamızı isteyerek.

Mualla Hanım daha önce geldiği okulda idarecilik yapmış ve bu konuda tecrübeli birisi idi ve bende ondan çok şeyler öğrenebileceğimi düşünüyordum. Ben tecrübesiz acemi, Yusuf Bey tecrübesiz acemi ve sinirli, kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Dilekçelerimiz onay için Bolu Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderildi. Fakat daha onaylarımız gelmeden Yusuf Bey’in tecrübesizliği, insanlarla nasıl iletişim kuracağı konusundaki sıkıntıları nedeniyle Mualla Hanım daha onay gelmeden Müdür Yardımcılığı görevini bıraktı. Bana da ayrılırken her konuda yardımcı olacağını söyledi. Onun ile münasebetimiz abla kardeş ilişkisi şeklinde idi. Beni de çok severdi. Fakat idarecilik görevi başlamadan bitti. Biz kaldık Yusuf Bey’le baş başa.

Ben de çoktan bırakacağım bırakmasına ama bunu nasıl izah ederiz diye de düşünüyorum. Okuldan başka arkadaş da idareci olarak çalışmak istemeyince bir süre tek başıma Yusuf Bey’le çalışmak zorunda kaldım. Ben acemi, o acemi ne kadar zorluk çektiğimi bir Allah biliyor bir de ben. Bu arada boş olan Müdür Yardımcılığı için, ataması asker dönüşü eş durumunda okulumuza atanan ve henüz göreve başlamayan Hüseyin Cahit Yılmaz’ı onun adına dilekçe yazıp, imzalayarak Milli Eğitim Müdürlüğüne teklif ettim, o gelmeden onayı geldi.

Cahit Bey gelir gelmez, ona Müdür Yardımcısı olduğunu ve göreve başlaması gerektiğini söyledim, önce şaşırdı, itiraz edecek gibi olduysa mecburen göreve başladı. Böylece kadroyu tamamlamış olduk. Cahit bey daha çok öğrenci işlemlerine, ben disiplin ve diğer idari işlere ve muhasebeye bakıyorum. Bu arada okulumuzda bir memurumuz bile yok, mecbur kalınca insan neler öğrenmiyor ki. O zamanlar böyle teknik imkanlarda yok, maaş bordroları ve mali işlemler elle yapılıyor, yazışmalar daktilo, hesaplamalar da “FACİT” marka kollu hesap makineleri ile yapılıyordu.

Üç idareci üçümüzde tecrübesiz ve acemi, bu nedenle zaman zaman aramızda sürtüşmeler ve çekişmeler de olmuyor değil. Özellikle Yusuf Bey çoğu zaman dozu kaçırıyor ve kırıcı da oluyordu. Yükün çoğu benim omuzumda olunca, çoğu zaman ilçedeki tecrübeli memurlardan yardım alıyor ve bilgi alışverişinde bulunuyor ve karşılaştığımız problemlere çözüm üretmeye uğraşıyordum. Fakat benim bu şartlar altında bu işi çok uzun yapmam mümkün görünmüyordu. Zaten öğretim yılı biter bitmez, tatile memlekete gideceğim bahanesiyle de görevden istifa ettim. Yerime de İsmail Orhan atandı.

İki yıl bitmiş ve ben hala stajyerliği Kalmamış bir öğretmenim. Aynı zamanda Siyasala da devam ediyorum. Haftanın iki günü Ankara’ya gidip geliyor derslere devam ediyorum. Ankara’da olduğum bir gün Bakanlığa uğrayıp oradaki arkadaşları buldum ve stajyerliğimin neden kalkmadığını öğrenmek istedim. Arkadaşlar iki gün aradıktan sonra dosyamı buldular. Üzerine kırmızı kalemle çarpı atılıp işe yaramayan dosyalar arasına kaldırılmış. Dosyayı bulduk, stajyerlik görüşme evraklarına baktık, hakkımda hiçbir olumsuz görüş yok ama çoğunluk “Stajyerliğinin kalkmaması gerekir” dediği için kalkmamış.

Hele Öğretmenlerden Sefer Bey’in görüşü ilginçti: “Okula zamanında gelir, nöbetini çok iyi tutar, derslerine zamanında girer ama sınıfta ne yaptığını bilemem, (Be mübarek adam, kim kimin derste ne yaptığını biliyor ki sen nerden bileceksin) stajyerliğinin kalmasına karşıyım. Evet biz bu günlerden bu günlere geldik. Hemen gerekli yazışmayı yaptım, stajyerliğimi kaldırdım, derece ve terfi ilerlememi de gerçekleştirdim.

Belki kiminize hikâye gibi gelebilir ama bu bire bir yaşanmış gerçeklerin, su üzerine çıkanları, derinlerde daha neler var ki kalemler yazmaktan aciz. Kimilerini de gönül yazmak istemiyor.