Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-27

KURT DUMANLIK HAVAYI SEVER


Belki bu anlatacaklarım, bugün yaşı kırkbeş ve daha küçük olanlar için masal gibi gelebilir. Çünkü onların geçmişleri ile ilgilenmek, bugüne gelinceye kadar ülkede neler yaşanmış öğrenmek gibi bir dertleri olduğunu sanmıyorum. En azından büyük çoğunluğun böyle bir derdi yok. Halbuki geçmişi olmayanın geleceği de yoktur. 1970-1980 yılları arası ülkemizin en dramatik yıllarıdır. Bu yılları yaşayanlar bilir. Aklınıza gelebilecek her türlü bela, musibet, sıkıntı ve karışıklığın günlük adi olaylardan sayıldığı yıllar.

Anarşi ve terör olayları zirve yapmış ve ülke her gün ortalama 30-35 evladını teröre kurban vermeye başlamış, at izi it izine karışmıştı. Terör artık gençlerin yanında devlet çeşitli kademelerde hizmet etmiş kişilere, siyasi parti yöneticilerine ve öldürülmesi ile sansasyon yaratacak ve kamuoyu oluşturacak kişilere de yönelmişti. Dört bir tarafta kurtarılmış bölgeler ortaya çıkmaya başlamış ve buralara farklı siyasi düşüncede ki kişilerin girmesi ölmesi anlamına gelecek hale gelmişti.

Bölgemizde de Bulancak ve Fatsa aşırı sol Marksist, Leninist ve komünist örgütlerce kurtarılmış bölgeler haline dönüştürülmüştü. Hatta Fatsa’da “Halk Mahkemeleri” kurulmuş ve hak ve hukuku bu mahkemeler dağıtır hale gelmişti. Bende görev yerimden memlekete gelirken bu iki ilçeden geçmek zorunda idim ve çoğu zaman buralardan geçerken can korkusu ile geçiyordum. Çünkü yoldan geçen araçlardan istediklerini durduruyor ve bu araçlarda tanıdık karşı görüşte insanlar varsa indirip canını yakıyorlardı.

Dedim ya o günler kara değil kapkara günlerdi. 1 Ocak günü Türk Silahlı Kuvvetleri Süleyman Demirel azınlık hükümetine ülkede ki durum nedeniyle bir uyarı mektubu verdi. Hükümet ekonomide ki kötü gidişatı durdurmak için 24 Ocak kararlarını aldı ise de durum yine de düzelmedi. Her şey tepe taklak gidiyor, can ve mal güvenliği kalmamış, enflasyon almış başını gidiyor, her yeni doğan gün ülkenin üstüne kâbus gibi çöküyordu. Kimsenin elinden bir şey gelmiyor, ülke hızla karanlığa doğru freni patlamış kamyon gibi gidiyordu.

Cinayetler birbirini izliyor; 27 Mayıs günü MHP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak evinin önünde iki kişi tarafından öldürülüyordu. 25 Haziran’da MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı, eşi ve 16 yaşındaki kızı solcu militanlar tarafından katledildi. 11 Temmuz’da Fatsa’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yapılan nokta operasyonlarla başta Fatsa Belediye Başkanı “Terzi” diye şöhret olan Fikri Sönmez olmak üzere 300 kişi göz altına alındı. Terzi Fikri Görevden uzaklaştırıldı.

19 Temmuz’da Eski Başbakanlardan Nihat Erim, solcu militanlar tarafından öldürüldü, halbuki Nihat Erim CHP’li biri idi. Hem de şaka gibi Gün Sazak’ın intikamını almak için öldürüldü. Kimin, kimi neden öldürdüğü belli değil, adam öldürmek sanki sıradan bir olay haline dönüştürüldü. Aynı silah aynı gün hem sağcı tarafından hem solcu tarafından cinayet aleti olarak kullanılabiliyordu. Gizli bir el ülkeyi kaosa sürüklüyor ve adete ordunun yönetime el koyması için gerekli ortamı hazırlıyordu. Kardeş kardeşi katlediyor, ortalığı kan götürüyor ve bundan birileri de nemalanıyordu.

Birileri için artık beklenen gün gelmiş olmalı ki 12 Eylül Gece yarısı bizler uykuda iken Genel Kurmay Başkanı liderliğinde Türk Ordusu bir bildiri ile yönetime el koyduğunu ilan ediyor ve o saatten itibaren siyasi liderler, hükümet üyeleri, sivil toplum örgütü yöneticileri ve üyeleri, sendika liderleri (AĞALARI) bir bir adreslerinden toplanarak önce nezarete sonrada kodese tıkılıyordu.

O gün sabahın köründe saat 4.30 da bizim kapıda çalınan kapılardan biri idi, bir grup asker beni uyandırdı, askeri darbe olduğunu ve sıkıyönetim ilan edildiğini ve hazırlanıp kendileri ile karakola gelmemi söylediler. Biz de hazırlandık ve mecburi istikamet karakol. O güne kadar böyle bir şey görmemişim ve karakola gidecek bir eylem ve söylemim de olmamıştı. Karakola vardığımda benim gibi daha pek çok kişinin orada olduğunu gördüm.

O dönemlerde bir araya gelebilmek ve memur arkadaşlarımızı kahve köşelerinden kurtarmak için Seben gibi ağacın ganimet olduğu bir yerde “Ağaç Sevenler Derneği’ni” kurmuştuk ve başkanı da ben idim. Lokal gibi kullanıyorduk ve buluşma adresimizdi ama ağaçla da bir alakamız yok. Karakola gitme nedenimde dernek, lokal, sendika ve partiler kapatıldığı için bizi karakola davet etmişler. Derneğin anahtarını istediler verdim. Birlikte gidip kapısını mühürledik ve daha sonra içindeki araç ve gereçleri de zoraki olarak Kızılay’a bağışlattırdılar. O gün akşama kadar gözetim altında tutulduk ve bir kısmımızı serbest bıraktılar.

Her ne hikmetse bir gün sonra ülkede her şey güllük gülistanlık ne anarşi kaldı ne terör. Ülke genelinde sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı, her tarafta tutuklama furyası, kapağı atıp yurt dışına kaçan kendini kurtarıyor. Bir gün içinde ülke sükûnete kavuşuyor. Bunun akıl ve mantıkla izahı yok. Daha sonra Netekim Paşa’ya daha önce neden ihtilal yapmadınız diye sorulduğunda: “Henüz şartlar oluşmamıştı, şartların olgunlaşmasını bekledik” derken, darbenin belli mihraklar tarafından tertiplendiğini üstü kapalı da olsa itiraf ettiğine şahit olduk.