Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-29

BÖLÜK PÖRÇÜK KALANLAR


 

 

Bir yerde altı yıl kalırsanız ve burası da sizin ilk görev yeri ve ilk göz ağrınız olursa hatıraların sonu gelmiyor. Hepsi uzun uzun olacak değil ya bazıları kısa, bölük pörçük cinsinden oluyor ama unutulmuyor. Hepsinin özel anı ve anlamı var. Mesela bir İsmail Ergi hocamız ve abimizi unutmak mümkün mü? Cenab-ı Hak makamını cennet eylesin aramızdan çok erken ayrıldı. Aslında başlı başına bir değerdi ama biz anlayıncaya kadar göçüp gitti.

Ecevit’in “Güneş Motel” diye anılan, bakanlık pazarlıkları ile kandırdığı milletvekilleri ile kurduğu yamalı bohça hükümetin mağdurlarından biri de İsmail Hocamdı. Yalova Lisesinde 120 öğretmenin görev yaptığı ve binlerce öğrencinin eğitim gördüğü Yalova Lisesi Müdürü iken o da sürgünden nasibini almış, müdürlük görevinden alındığı gibi Seben Lisesi’ne de edebiyat öğretmeni olarak sürgün edilmişti.

Okula kararnamesi gelmiş ama kendisi gelmemişti. Kendi söylemi ile “Aslında istifa edip memlekete gitmeyi düşünüyordum. Fakat en azından gidip Seben’i göreyim, baktım işime gelmiyor istifa eder dönerim” diyordu. Aslında o Seben’i biraz farklı düşünüyor ve fikirlerinden dolayı burada ona görev yaptırmazlar, zorluk çıkarırlar, belki de can güvenliğim bile olmayabilir diye aklından geçiriyormuş.

Bir gün orta yaşlarda, saçları tepeden dökülmüş, kalın gözlükleri ile orta boylu ama cüsseli biri elinde bont çanta ile okulun bahçesine girdi, bahçeden okulun içine girdi ve bende merakla bu gelen kim diye öğretmenler odasından aşağıya indim, kendisi ile tanışmak istediğimi söyleyince bana: “Bu okula sürgün edilen Yalova Lisesi Müdürü ve Edebiyat Öğretmeni İsmail Ergi” deyince ben hemen bizden olduğunu anladım ve kendisine yakınlık gösterdim.

Okulda göreve başladığı günün akşamı kalmak için misafirhane aramaya başlayınca ben itiraz ederek, bizde misafire edebileceğimiz ve yatacak yer aramasına gerek olmadığını söyleyerek mesai bitince eve davet ettim ve gittik. O akşam karşılıklı hikayelerimizi anlatarak dertleştik. Seben ve okulla ilgili kendisini bilgilendirdim. Çok memnun oldu. Hatta burada çalışmayı düşünmediğin fakat bizim yakın ilgimiz nedeniyle burada çalışabileceğini de belirtti.

Biz o sırada evde İsmail Orhan’la birlikte ikimiz kalıyorduk ve evimiz müsaitti. İsmail Ergi Hocamız göçünü getirmeyeceğini, buradan memleketi Tosya’ya arada gidip gelebileceğini söyleyince bende bizimle birlikte kalabileceğini söyledim. İsmail Orhan itiraz edecek gibi olunca ben de memnun değilsen kendine ev arayabilirsin ama ben İsmail hocamızdan öğreneceğimiz çok olduğunu söyleyerek onu evimize kalacağını kati olarak belittim. Bu durumdan son derece memnun oldu ve böylece evde üç kişi olduk.

İsmail Orhan çok güzel yemek yapardı, dolayısıyla yemek işleri onun, bulaşık ve temizlik işleri benimdi. Harcamalar üçümüz arasında eşit paylaşılıyordu ve hesabı ben tutuyordum. Ne kadar harcadıysam kalem kalem deftere işliyor, sonra bölüşüyorduk. İsmail Hocamız bizden 10-15 yaş daha büyük olduğu için ona fazla iş düşürmüyorduk. Zaten İsmail Hocamız çoğu hafta sonu memleketi Tosya’ya gidiyordu. Evli ve iki tane de kızı vardı. Hocamızın yazmış olduğu ve basımı yapılan 4-5 tane de kitabı vardı. Bana da hediye etmişti ve ben hala onları saklarım.

İsmail Hoca’nın aramıza katılması, bize dev güç vermişti. Lafını budaktan esirgemezdi. Öğrencilerden Kemal Karababa bir gün İsmail Hocamla tersleşmiş, hocamız da çok kızmış ve o kızgınlıkla Kemal’e: “Bak oğlum bu kafa sende iken ve ben bu dersin öğretmeni iken Küre ikiye bölünse sen hayatta sınıf geçemezsin” demişti. Görünüş olarak çok sert ve disiplinli bir abimizdi. Fakat birlikte olduğumuz zamanlarda çok neşeli, nüktedan, sevecen, güleç yüzlü ve samimi bir abimizdi. Daha sonra Ecevit Hükümeti düşünce tayinini memleketine aldırdı ve gitti. Aramızda çok az bir zaman kalmış olsa da çok iyi bir dost, arkadaş ve abimiz olmuştu. Daha sonraki yıllarda kendisini birkaç defa Tosya’da ziyaret ettim. En son ziyaretimde ise öldüğünü duyunca çok üzülmüştüm. Allah kendisinden razı olsun, mekanı cennet olsun.

İnsan ilk görev yerini unutmadığı gibi ilk sınıfı öğretmenliği yaptığı sınıfı da unutamıyor. Hala o sınıftaki öğrencilerimin çoğunu adı, soyadı ve numaraları ile hatırlarım. Buda onların hatırladıklarımın isimlerini de zikretmeyi, yıllar sonra da olsa hala unutmadığımı hatırlatmak isterim. İlk dersine girdiğim, sınıf öğretmeni olduğum ve iki yıl derslerine girdiğim öğrencilerim: En uzun boylusundan başlayayım; Nail Büyüktopaç, Rahmi Öztürk, Mehmet Demirbaş, Bilal Karababa (Allah Rahmet eylesin), Orhan Özkaya, Fatma Yılmaz (esmer), Fatma Yılmaz (kumral) Ümmiye Eker, Nurhan Yüceer, Rahmi Göder (sınıfın en yaşlısı, ağır abi benden ay büyüktü), Tevfik (Soyadını hatırlamadım. Allah Rahmet eylesin), Ümran Ay (kızlık soyadını hatırlayamadım) Ayhan Arslan, İlhan Sürer, İbrahim Akı, Osman Nuri Arslan, Tacettin Saygı ve Turgut Menekşe. Birkaç tane de ismini hatırlayamadıklarım var ki onlarda kusura kalmasınlar.

Ayrıca şu an ismini hatırladığım başka sınıflardan onlarca öğrencim var ama listeyi de uzatmamak gerek.