Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-35

YENİ BİR MEKAN VE YENİ BİR DÜNYA


Artık yeni görev yerimiz Alucra İmam-Hatip Lisesi. Göreve başladıktan sonra zaten yaz tatili olduğu için Giresun’a geri döndüm ve daha sonra bütünleme imtihanları döneminde okula gelerek imtihanlarda görev yapmaya başladım. Bu arada yaz tatili bittiği için öğretmen arkadaşlarımızda okula gelerek göreve başlamışlardı ve kendileri ile yavaş yavaş tanışmaya başladık. Bazıları ile kısa sürede kaynaktık amam bazıları ile Alucra’dan ayrılıncaya kadar yıldızımız barışmadı. Galiba bu arkadaşlarımız nevi şahsına mensup kişilerdi ve benim kaynaşamadıklarımla da çoğu arkadaşların ilişkileri mesafeli idi.

Göreve başlayıp yeni arkadaşlarla tanıştıkça da hakkımızda neler düşündükleri de kulağımıza gelmeye başlamıştı. Bunlardan biri de ismi önemli değil bir meslek dersleri öğretmeni arkadaşımızdı. Bu arkadaşımıza “Okula yeni bir sosyalcı gelmiş, nasıl birisi?” diye sorduklarında galiba başka bir şey bulamamış olsa gerek ki; “Nasıl olacak işte, kot pantollu Müslüman” demiş. İlk defa o zaman Müslümanların kılık ve kıyafetlerine göre sınıflandırıldığını öğrenmiş oldum.

O yıllarda amcalarımdan ikisi Almanya’da çalışıyor ve yıllık izinlerine geldiklerinde bizlere “çam sakızı çoban armağanı” misali hediyeler getirirlerdi ve bu hediyeler bazen de kot pantolon olurdu. Biz de onları giyerdik. Demek ki bu arkadaşımız bizi kot pantolonlu görünce bize böyle bir unvanı yakıştırmış olmalı.

Ben göreve başladığımda okul müdürü Mehmet Yaylı (Allah Rahmet eylesin mekânı cennet olsun), Müdür Başyardımcısı Nuri Yılmaz Hoca idiler. Artık bundan sonra farklı bir okul türü olan İmam-Hatip Lisesinde çalışacağım. Normal liselerde öğretmenler arasında genelde sağ-sol gruplaşması olur, burada ise yeni bir gruplaşma türü ile tanıştım, Meslek dersleri öğretmenleri ve Kültür dersleri öğretmenleri. Ben ikinci sınıftandım. Birinciler okulun asli unsurları bizler ikinci sınıf vatandaşlar. Bunu “kot pantollu Müslüman” tanımlamasından anlamıştım ama bizzat yaşayarak da görecektim.

Sebebi nedir, aralarında neler geçti bilmiyorum ama Meslek dersleri öğretmenleri okul müdürünü de pek sevmezlerdi. Bu yüzden okul müdürü de kültür dersleri öğretmenlerini onlara tercih eder gibiydi.

Okul binası da bizim bildiğimiz formatlarda bir bina olarak da yapılmamıştı. Okul derneği tarafından halktan toplanan yardımlarla yapılan en alt katı çok amaçlı salon, üst katında orta kısımda genişçe bir mescit (tatbikat cami, okul mescidi olarak kullanılıyordu) mescidin etrafında idare odaları, öğretmenler odası ve sınıflar, onun üstünde ki katta mescidi çepeçevre kuşatan sınıflar, en üst katta yatılı öğrencilerin kaldığı yatakhaneler. Ayrıca en alt katta öğrencilerin yemekhanesi yer alıyordu. Okul tam anlamıyla bitirilmiş bile değildi. Bahçesi her tarafı açık geniş bir alan ve tarlalar ortasında tek başına ilçenin dışında bir bina.

İlk yılımda benim kaldığım ev Giresun’dan gelen yolun şehre girişinde o zaman ki Belediye Başkanı Kemal Bıyıkçının evinin dükkan üstü katı, üst kat komşumda Enver Yurtsever’di. Orada kaldığımız süre içinde üst komşum aynı zamanda Alucra’daki en samimi arkadaşlarımdan biri idi. Hatta kendisi daha sonraları beyaz eşya mağazası açınca evdeki ilk beyaz eşyalarımızı da ondan aldık. Alucra’da ilk otomatik çamaşır makinesini de galiba biz kullandık diyebilirim. Okulu ise Alucra’nın bizim eve göre en sonunda idi. Bu nedenle okula gidip gelirken günlük yürüyüşümü de yapmış oluyordum.

Alucra’yı bilen bilir, özellikle o yıllarda kışları çok soğuk ve karlı geçerdi. Hatta yılını tam olarak hatırlamıyorum ama -35 dereceyi görmüştüm. Daha önce çalıştığım Seben’de de kışlar sert geçerdi ama Alucra’nın kışı oraya rahmet okutacak cinstendi. Bir sabah okula giderken ilçenin içinden geçen köprünün genleşme noktalarında soğuktan buzların çatladığına şahit olmuştum. Soğuktan buzlar bile çatlamıştı. Sabah yola çıkarken ağzımızı burnumuzu güzelce sarardık, başımızda da genel olarak, kulaklarımızı kapatacak şekilde başlıklar bulunurdu. Sadece gözlerimiz açıkta olurdu. O halde iken burnumuzdan nefes alıp verirken çıkan buhar kirpiklerimiz ve kaşlarımızda buzdan birer sarkıt oluştururdu.

Benimle birlikte okulda üç tane sosyalcı vardı. Bizim branş aspirin branş olduğu için her derde devadır, fen bilimleri, matematik ve meslek dersleri hariç her derse girerdik. Küçük yerlerde de her branşın öğretmeni olmazdı. İlk yılımda Tarih, Coğrafya, Sosyal Bilgiler başta olmak üzere son sınıflarda Sosyoloji, Mantık, Felsefe, Dinler tarihi gibi derslere girdim ve son sınıfta haftada on bir saat derse giriyordum ve galiba en fazla benim dersim vardı. Bunun ilerde benim için bir soruşturma vesilesi olacağını nereden bilebilirdim ki. Orası geniş bir mevzu ve ayrı bir yazının konusu olacak kadar da derim.

Ben yapı olarak, bir arada duramayan ve hayatı hareket olan biriyim, halada bu alışkanlığım devam ediyor, farkımı fark ettirmeliyim, yoksa normal insanlardan ve öğretmenlerden ne farkım kalır ki. Meslek hayatım boyunca öğrencilerimle iletişimim hep ileri düzeyde olmuş ve onlara hep farklı bir öğretmen tipi olduğumu hissettirmeye çalışmıştım. Burada böyle olmalıydı. Okullar açıldığından itibaren bunu yavaş yavaş hayata geçirmeye başladım ve şimşekleri üzerime çektim. Kısa sürede “fincancı katırlarını” ürkütmüştüm.

Bu arada kimseyi kırmak ve üzmek istemediğim için yaşadığım anılarda isimler üzerinde durmayacağım. Bakalım gelecek nelere gebe idi.