Bugün, 14 Haziran 2025 Cumartesi

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-4

İLKOKUL YILLARIM


 

 

İnsan okul hayatını unutmaz, ilkokul anıları ise daha belirgin olarak hafızalarımızda canlanır. Neden derseniz, henüz dimağınız boş ve her şeye açıktır, yaşadığınız anları hafızanıza kalın harflerle yazarsınız. Hele bir de bizim gibi yokluk, zorluk ve sıkıntılı bir dönemde okursanız hatıralarınız bir bir önünüze düşer…

Bizim evle okulun arası yaklaşık iki kilometre idi. Yaz-kış biz bu yolu yürüyerek okula gider, gelirdik. Eskiden kışlar da kış gibi idi. Hani bir söz var: ”Kış kışlığını, puşt da puştluğunu yapacak” diye. Gerçekten kışlar kış gibi olur, bazen biz bir metre karı yararak okula giderdik.

Birinci sınıfta zaten iki buçuk-üç ay gibi kısa bir süre okumuş, okulu ve arkadaşlarımı ancak tanıyabilmiştim. Bizim okuduğumuz dönemde her sınıfın bir öğretmeni vardı ve değişmezdi. Mesela birinci sınıfları Ali Türk, ikinci sınıfları Fevzi Bey, üçüncü sınıfları bahtiyar hoca, dördüncü sınıfları Selahattin Kendir ve beşinci sınıfları aynı zamanda okulun da Başöğretmeni (o zamanlar ilkokullarda müdür yerine başöğretmenler vardı) Mehmet Türkoğlu okuturdu.

Tabii ki Mehmet Türkoğlu dediniz mi; şöyle kendinize bir çeki düzen vermeniz gerekirdi. Hani derler ya “askerden dayak yemeden dönülmez”, bizim okulda Mehmet Hocadan dayak yemeden bitirilmezdi. Napolyon “para, para, para” demiş ya Mehmet Hocamız (Allah Rahmet eylesin, mekânı cennet olsun) da “disiplin, disiplin, disiplin” diyenlerdendi.

Bizim çocukluğumuzda kasabanın ortasından geçen derenin Karadeniz yönüne giderken okulumuz sol tarafta ve Aksu çayının kıyısında yer alırdı. Okulun binası 1938 yılında yapılmış ve öğretime açılmış tarihi bir okuldu. Zemin katı odunluk ve depo, üst katında da 5 sınıf, bir öğretmenler odası ve Başöğretmen odası yer alıyordu. Okula galiba 20 adet basamaklı bir taş merdivenden çıkılır orta bölümde geniş bir sofa ve etrafında da sınıflar, öğretmen odası ve Başöğretmen odası yer alırdı.

Okulumuzun geniş de bir bahçesi vardı. Bahçesinde teneffüslerde ve öğle arasında öğrenciler her türlü oyunları oynarlardı. Okulumuzun bahçesinde bir depo, diğeri de mutfak olarak kullanılan iki küçük baraka da yer alırdı. Depoda Amerikan Marshall yardımı ile gönderilen, süttozu, vita yağı ve peksimetler depolanır, mutfakta da okulumuz bir hizmetlisi vardı Abdullah dayı, onun tarafından öğle arasında öğrencilere dağıtılmak üzere süt tozundan yapılan sıcak süt, yanında peksimet ve vita yağı hazırlanır ve bizlere verilirdi. Bazen de süttozundan yoğurta yapılırdı.

Amerikan emperyalizmi daha ilkokul çağında kursağımızdan girmişti…

İlkokul yıllarında okulun en çalışkan öğrencilerinden biri idim. Okul birinciliğini resim dersimiz 4 (dört) olması nedeniyle kaçırmıştım. Hala da resim yapmakla aram hiç hoş değil, o nedenle fotoğraf çekmeye yönelmiş olabilirim. Bizim zamanımızda bedava kitaplar yoktu. Defterleri bile bir tane alır, bitirince ikincisini zar zor alırdık. Bizimkiler defter değil, içinde her dersin notlarının olduğu aşure çorbası idi.

Şimdiki gibi cicili biçili elbiseler, önlükler ve marka çantalarımız olmadı. Siyah önlük, beyaz yakalıklı çocuklardık biz. Önlüğümüz ya da yakalığımız kirlenince akşam eve gelince yıkanır, sobanın başında kurutulur ve sabah giyilip okula gidilirdi. Çanta yerine ketenden dokunan heybe gibi “çentiklerimiz” yada tahtadan yapılan küçük çaplı bavullarımız vardı.

Rahmetli Hasan amcam bana kestane tahtasından bir okul çantası yapmıştı, çantanın boşunu taşımaya bir hamal gerekiyordu. Çantalarımızda kitaplarımız, defterlerimiz ve kalemlerimizle birlikte çoğu zaman günlük yiyeceğimize de taşırdık. Tabi ki yiyecek deyince aklınıza pasta, kek, meyve suyu veya burger çeşitleri yoktu. Salatalık turşusu, çökelek, mısır ekmeği bizim günlük nevalemiz olurdu.

Bizim sabahları mükellef kahvaltı sofralarımızda yoktu. Biz bütün aile efradı yer sofrası etrafında toplanır, sofranın ortasında konan sahandan hep birlikte aynı sahana kaşık sallayarak mısır ekmeği ile doyardık. Kimse de babalar başlamadan yemeğe elini sürmezdi.

Nerede herkesin önünde bir tabak, sofrada sekiz-on çeşit kahvaltılık, bunlardan seç beğen al ve ye.

Biz günlük gazeteleri aylar sonra, bakkallardan aldığımız çirişle yapıştırılan kağıt torbaları yırtmadan açarak okurduk. Okuduğumuz kitaplar da okul kitapları idi…

Ben birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğim yıl 27 Mayıs 1960 ihtilali olmuş, ordu yönetime el koymuş ve iktidardaki Demokrat Parti kapatılmış ve partinin yöneticileri ve mensupları ihtilal mahkemelerinde yargılanmış Adnan Menderes ve iki bakan arkadaşı idam edilmiş, pek çoğu da yıllarca sürecek hapis cezaları ile cezalandırılmıştı. Bununla ilgili havadisleri rahmetli Hasan amcamın, tahtalarla çevrili yatak odasında ki tahtalar arasındaki boşlukları kapatmak için yapıştırdığı gazetelerden okudum…

Rahmetli Menderes aleyhine açılan “At Davası”, “İt Davası”, “Çocuk Davası” gibi absürt davaları bu gazetelerden takip etmiştim.

Biraz uzadığının farkındayım ama bunu da anlatmadan olmaz diye düşünüyorum. Biz dördüncü sınıfta iken ilk defa okulumuza iki tane bayan öğretmen geldi. İkisi de Giresun Öğretmen Okulu’ndan yeni mezun olmuşlardı. Biraz şişmanca ve esmer olanı Sevim Akın, sarışın, uzun boylu ve zayıf olanı Sevin Selimoğlu idi. Bizim diğer öğretmenlerimizin hepsi orta yaş ve üzeri olunca; genç ve bayan olan öğretmenlerimiz onların arasında fark ediliyordu. Bu bayan öğretmenlerimiz bizim iş bilgisi ve aile bilgisi derslerimiz var ve onlara giriyorlardı. Bu derslerde de biz ilik açıyor, düğme dikiyor, yama yapıyor ve etamin işliyordu. Her iki öğretmenimiz de beni çok severlerdi.

Galiba çok uzattım ama aslında sanki daha başlamamışım gibi oldu…

Belki bu konuya yine değinirim mi bilemiyorum!