Bugün, 18 Nisan 2024 Perşembe

Mehmet Ali AYDIN


HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-7 ORTAOKUL YILLARI

HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-7 ORTAOKUL YILLARI


İnsanın yaşadığı hatıraları yazmaya zaman ve mekan dar gelir ama bazıları vardır ki yazmadan da geçemezsiniz, hafızanızda her daim canlı kalır. Ortaokul yıllarımda da unutamadığım bazı yaşanmışlıklar var ki biraz onlardan bahsetmek gerekir.

Ortaokulda ilk yılım, köyden gelmişiz, her şey farklı uyum sağlamak zor. Bırak bizim gibi çocuk yaşta olanları, yetişkin insanlar bile ilk defa şehre geldiğinde mutlaka bir şaşkınlık yaşar, uyum sağlaması için belli bir süre geçmesi gerekir. Yeni bir dünya, yeni bir hayat tarzı ve çevre insanı bocalatıyor.

Biz köyde ilkokulda zeki oluşumuz nedeniyle de olsa fazla çalışmadan gayet rahat sınıfları geçmişiz, şehirde öyle olacak sanıyoruz. Her derse ayrı öğretmen, herkesin kendine göre anlatış tarzı, not verme ve değerlendirme yöntemi var. Biz buna alışıncaya ve yeni okulu havasını ciğerlerimize çekip, soluklanmaya ve konsantre oluncaya kadar birinci dönem sona erdi. Karnesinde “Pekiyi” den başka not görmeyen ben, karneye bakınca altı (rakamla 6) zayıfı görünce, derler ya “feleğim şaştı” gerçekten şaştı.

Altı zayıflı karne ile eve gelmeye utanıyorum bir yandan, nasıl bir tepki ile karşılaşacağım bir yandan bunu nasıl telafi edebilirim düşüncesi bir yandan mecburen köye geldim. Duroğlu’nda arabadan indin, yürüyerek eve gelirken yolda rahmetli babamla karşılaştım. Durumu sordu ben de eğile, büzüle anlattım, kaşlarını kararttı ve “akşama görüşürüz” dedi. Artık akşam olmuyor. Babam eve geldi, karneye baktı, rezaleti görünce peyce azarladıktan sonra güzel bir dayak faslı geçti ki annemin amcası Şükrü dedem olmasa beni kimse elinden alamayacak. Hala aklıma geldikçe tüylerim ürperir. Bir yandan annem yalvarıyor, bir yandan ben feryadı figan ediyorum ama ne çare.

Dayak antibiyotik gibi etkisini gösterdi, ikinci dönem dayağın da etkisiyle İngilazca hariç bütün zayıflarımı düzelttiğim gibi ortalamam “teşekkür” alacak hale geldi ama İngilazca bizi yaktı. Zaten öğrenim hayatım boyunca yaktı.

O dönem arkadaşlıkları, karşılıksız, çıkarsız, sevgi ve kardeşliğe dayalı arkadaşlıklar oluyor. Neyiniz var neyiniz yoksa paylaşıyorsunuz, her türlü çalışmalarda birlikte hareket ediyorsunuz, birlikte oynuyorsunuz, yalan konuşurken bile ortak payda da konuşuyorsunuz.

O zamanlarda kız, erkek okul arkadaşlığınızın bile belli bir ahlaki temeli, anlayışı ve mesafesi var. Şimdikiler gibi sırnaşık, şımarık ve çıkara dayalı değil, tamamen masum arkadaşlıklar. Kayserili bir arkadaşım var Ali Rıza, o zamanlar o da benim gibi sessiz sakin, son derece terbiyeli ve efendi. Babası memur olduğu için Giresun’a gelmişler ve aynı sınıftayız.

Bir gün teneffüs zile çaldı, Ali Rıza’nın elinden tuttum ve onu sürükleyerek okulun üst bahçesinden alt bahçeye inilen merdivenden aşağı sürüklüyorum. O ise inat ediyor, benden kurtulmak ve gelmek istemiyor, bense bırakmıyor ve zorla peşimden sürüklüyorum. Bu arada bir de gülme sesleri ve tezahüratlarda duymuyor değilim. Neredeyse merdivenin son basamaklarına geldim ama durumda bir tuhaflık olduğunu da anladım ve geriye dönüp baktım.

Bakınca ne göreyim, sınıfımızda esmer çok da güzel olmayan ve benim de hiç haz etmediğim Asuman adlı kızı, elinden tutmuş sürüklüyorum. Meğer ben Ali Rıza arkadaşımın elini tutuyorum diye Asuman’ın elini tutmuş ve sürüklemişim. Yer yarılsa da içine girsem, yüzüm gözüm kıpkırmızı, utancımdan kimsenin yüzüne bakamıyorum. Neyse kız arkadaşımızdan özür diledim, yanlışlık olduğunu söyledim. Sağ olsun arkadaşlarda önemli olmadığını söylediler de konu kapandı.

Yine bir gün tarih dersindeyiz hocamız Rüstem Bey derse geldi, konu işlendi ve dersin sonlarında sözlü yapacağını söyledi ve benimle birlikte Ayşe diye bir arkadaşımızı sözlüye kaldırdı. İkimize de bir takım sorular sordu. Ben yalan yanlış bazı cevaplar verdim, ama Ayşe arkadaşımız tek kelime söylemedi. Sonra bizi not takdiri yaptı ve bana iki, kız arkadaşıma altı verdi. Bunda kız arkadaşımızın sosyal konumu önemli ölçüde etki etti. Çünkü o Giresun’da tanınmış birinin kızı, ben ise gariban köylü birinin oğlu idim.

Bu bana öyle koydu, gücüme gitti, üzüldüm, ağladım ve uğradığım haksızlığa içimden isyan ettim. Bana zayıf vermesi hiç önemli değildi ama o kadar insanın huzurunda bu ayırımcılığı yapması çok dokundu. Belki de ben öyle algıladım bilemiyorum. Ama o gün kendi kendime “eğer ben öğretmen olursan, Rüstem Hoca gibi bir öğretmen olmayacağım” dedim. Allah’a şükür galiba az da olsa başardım.

Belki daha çok anlatacak hatıralar var ama okuyanları da çok fazla sıkmamak lazım diye düşünüyorum ve Güccük Hüseyin Hocamızla bu konuyu kapatalım. Güccük Hüseyin bizim hem ortaokul hem de lisede müzik hocamızdı. Tam bir beyefendi, tombiş, tatlı, hoş sohbet ve muhabbet bir öğretmenimizdi. Hemen hemen bütün müzik aletlerini iyi derece de çalardı, hele piyano ve keman çalarken sanki onları yaşardı.

Hüseyin Bey not verirken üç sözlü bir yazılı yapardı. Ortaokulda her dönem sözlülerden üç tane üç alır, yazılıda bizi çok sıkmadığı için dokuz- on alır ve zar zor beş ortalama ile sınıfı geçerdim. Liseye geçtim baktım yine müzik dersimize Hüseyin hocam geliyor. Beni de ortaokuldan iyi tanıyor, O zamanlar ufak tefek ama sempatik bir öğrenciyim, beni de çok seviyor. Artık “Aydın aç bakalım falan parçayı notalarını ve parçayı oku” derdi. Ben de notaları ve parçayı okurdum “aferin Aydın” der al sana helalinden 8 ya da 9 derdi.

Hüseyin hocamızın çeşitli müzik dallarına kazandığı pek çok bestesi de vardı. Bazen opera ve türevi eserlerden parçalar söylerdi, biz de anlamadığımız için kulaklarımızı tıkardık. Bir yaz tatilinde benim müzik alanındaki gelişmem oldukça hayret verici bir gelişme idi. Bu arada Hüseyin hocamı çok severdim, unutamadığım hocalarımdan ve simalardan birisidir. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah.