Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Arzu ŞENEL


İÇİMDE BİR YETİM AĞLIYOR

İÇİMDE BİR YETİM AĞLIYOR


Günün ikindiye evrildiği vakitlerde vardık otele.

Öylece bırakıp valizlerimizi abdest alıp hemen çıktık koşar adım heyecanla..

Kafile ile yola çıksak da çarşıya vardığımızda Beyza ile ikimizdik.

Ezan vakti yakındı, aceleyle giriş kapısını ararken, bir yandan ilk kez gördüğümüz insanlara, mazlum Filistinlilere ve kipalı Yahudilere ilişiyordu gözümüz.

Zahter ve falefel kokuyor geçtiğimiz yerler.

Adım başı tam teçhizat elleri namluda İsrail askerleri.

Binaları kuşatan kamera sistemleri ve bayraklar.

Aralarında bir tane bile Filistin bayrağı yok.

Üstadın sözleri çınlıyor kulaklarımda: “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

 

En nihayet kapılardan birinin önünde beş-altı kişilik İsrail askeri ile karşılaşıyoruz.

Son ân’a kadar annem işte bu sebeple vazgeçirmeye çalışmıştı sanırım beni.

İşgal altında, savaş ve zulmün yaşandığı Filistin’e gideyim istememişti ve biraz da damarımda akan deli kandan korkarak…

Sırt çantamın ilk gözüne özenle yerleştirmiştim bayrağımızı.

İsrail askerleri müsaade etmiyormuş.

Kendi bayraklarından başka bayrağa tahammülleri yok!

Asker yaklaştı çantamı açmamı istedi, İngilizce “Bayrak ve bıçak var mı?” gibilerinden sorular sordu.

Hoş bıçak taşısam var mı diyeceğim!

Telaş içinde “Only namaz” dediğimi hatırlıyorum içimden nice şey söylemek geçerken.

Her kapı girişlerinde içimi kaplayan öfkeyi, kontrol etmekte zorlandığım hisleri tarif edemem.

Eminim bakışlarım kurşun olsa biri bile hayatta kalamazdı!

 

Mescid-i Aksa’ya, ilk kıblemize, İsrail askerlerinin nazarı altında girmek utanç olarak biz Müslümanlara yeter!

Öyle Filistin’de bir genç şehit olunca pankart açmakla, arada bir lanetlemekle kurtulabilir miyiz sahi bu vebalden?

Kaçımızın uykusunu kaçırıyor?

Kaçımızın duasında?

Kaçımızın zekâtı ulaşıyor ümmetin yetimi Kudüs’e…

Âhh ki âh sözden kalbe inemiyor derdimiz…

 

Asker bize müsaade edip Mescid-i Aksa’nın bahçesine attığımız ilk adım, zeytin bahçeleri, Kubbet-üs Sahra’nın avlusunu çınlatan ezan, insana bambaşka duygular yaşatan o yakın gökyüzü…

Hani bazı ânları durdurmak ister ya insan işe öylesi…

Sonraki günlerde gittiğimiz her yerde karşımıza çıkan yetim bakışlı Filistinliler.

Yaka kartımdaki bayrağa bakıp “ Türk müsünüz?” diye soran teyze.

Evet dediğimdeki o sarılış, sadece susup ağlayışımız sonrasında..

Türk, her zaman her yerde beklenen…

Musa Hicazi ağabey, “ Siz misafir değilsiniz, Abdulhamid’in torunlarısınız, burası sizin eviniz, sizin topraklarınız.” Dediğinde öyle sızladı öyle çok sızladı ki içim…

Bir gün Kudüs ümmetin davası olduğunda bilhassa bizim, taşla sapanla korumaya çalıştıkları emanete sahip çıktığımızda ve uyandığımızda artık gafletten, işte o zaman dünya daha güzel olacak…

Kudüs kan ağlarken gülemeyecek bu ümmet, gülmeyecek dünya!

1969’daki Mescid-i Aksa yangını ve devrin İsrail başbakanı Golda Meir’in sözleri yakar bir de içimi.

Hani o gece sabaha kadar korkudan uyuyamaz, sanır ki Müslümanlar dört koldan saldıracak. Sabah olunca; “İdrak ettim ki bu millet uyuyan bir ümmettir ve biz dilediğimizi yapabiliriz.” Der korkusuzca.

Yıllar geçti biz uyumaya, onlar artarak zulmüne devam ediyor..

Ve içimde bir yetim ağlıyor.

 

Son günlerde tutku derecesinde bir iştiyakla Kudüs’e gitmek istiyor canım..

İçimdeki yetime sarılıp beraber ağlamak…

Saatlerce bakmak gökyüzüne, zeytin ağaçlarına dayayıp sırtımı..

Baktığım her yerde Kudüs, ruhumda Kudüs ve bir yetimin iç çekişleri içimde…

El Halil’de şahit olduklarımızı, nasipse başka yazıda paylaşırız.

Sürc-i lisan etti isek affola.

Kalın sağlıcakla…