Bugün, 16 Mayıs 2025 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


İLK MÜSLÜMAN TÜRK HAKANI ABDÜLKERİM SATUK BUĞRA HAN


İlk müslüman Türk Hakan’ı 

Abdülkerim Satuk Buğra Han

Böyle yiğit kahramana

Nasıl verilmez ki can?

Yeryüzünü ışığa, gökyüzünü nura boğacak olan İslamiyet; 571 de Mekke’de Hz. Muhammed Mustafa’nın doğumu, 610 yılımda “ Oku” emri ile başlayan Kuranı Kerim’in inmeye başlaması, 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicretiyle belirli merhalelerden geçerek Medine İslam Devletinin kuruluşuyla tarih sahnesindeki müstesna yerini almıştır. 

Yirmi üç yıl önce Mekke’de bir elin parmakları kadar az bir sayıyla başlayan mücadele; Efendimizin ahirete irtihali esnasında yüz binleri aşan sahabe ordusu ve ahlak abideleri olan mümtaz şahsiyetlerden oluşan altın bir nesil olarak ortaya çıkmıştır. 632 yılında İslamın bir devleti ve milleti, başında Peygamberin vekili sayılacak, müslümanların Halife’si vardır. 


    TÜRKÜN ARADIĞI NAZLI SEVGİLİ: İSLAM

Milletimizin sahabe döneminde de fert olarak İslam ile tanışması olmuş ama bu bir ekseriyet teşkil etmemiştir. O ayrı bir bahis konusudur. Büyük Türk Şairi Fuzuli’nin Efendimiz için yazdığı Su Kasidesinde şöyle bir ifade vardır:


“Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar

Kuze eylen toprağum sunun anunla yâra su”

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.)


“Hak-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su.”

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Milletimizin özüne, genlerine inildiğinde, tek bir yaratıcıya iman; hak ve hakikat için ferman aradığı gözlenir. Nasıl ki sular Efendimize ulaşmak arzusuyla başını taştan taşa vuruyorsa; atalarımız da İslama kavuşuncaya kadar aynı acıları ve sancıları yaşamıştır. Aradığı nazlı gelini, sevgilisi İslamı bulunca durulmuş, doğrulmuş ve kendini bulmuştur. Etle tırnak, bedenle ruh gibi olmuştur. 


EMEVİLER VE ABBASİLER

Raşit Halifeler döneminden sonra, Emeviler dönemi başlamış ve İslamın adalet ve ahlakı önceleyen prensipleri hakkında ne yazık ki güzel örnekler sunamamışlardır. Araplar İran’ı istila edip Maveraünnehir’e ulaşınca Türkler ile karşılaştılar. 

Sekizinci asrın başlarından itibaren kademe kademe islama geçtikten sonra Taşkent, Buhara ve Semerkant şehirlerinde Camiler inşa etmeye başladılar. Emevilerin yıkılışı, Abbasiler’in idareyi ele geçirmeleri Türklerin yardımıyla mümkün olmuş; 751 yılında Talas meydan muharebesiyle hem İslamiyet, hem de Türkler zafer kazanmıştır. Emevilerin çöküşü, Abbasiler’in gelişi ve Çinlilerin mağlubiyeti ile Türklerin kaderi artık değişmiş, yüzleri İslam dünyasına doğru dönmüştür. 


 ÖMER’İN TORUNU ÖMER

İslam tarihinde ikinci Ömer olarak bilinen ve Hz. Ömer’in torunu olan Ömer b. Abdülaziz (717-720) Horasan Valisi Cerrah’a müslüman olanları cizye vergisinden muaf tutmasını emretmişti. Fakat Vali, Halife’ye  müslüman olduğunu söyleyen kimselerin sünnet olmadığını, Camiye sadece vergiden kurtulmak için geldiğini bildiriyordu. 

Halife ona:” Allah, Hz. Peygamberi dine davet için gönderdi; sünnet etmek için değil” cevabını vererek halkı İslamiyete alıştırmak istiyordu. Adı insanlık alemine adalet kavramıyla nakşedilen Hz. Ömer’in torunu Ömer’e de böyle bir yaklaşım yakışıyordu. 

Çünkü niyet okuyuculuğu yapmak doğru değildir. Bir muharebe esnasında düşmanını öldürmek üzere olan Üsame, şehadet getirdiği halde rakibini öldürmüş, durum Hz. Peygamberimize bildirilince Üsame’ye sormuş:” Sen şehadet getiren bir adamı öldürdün, öyle mi?” Üsame de:” O ölüm korkusundan söyledi, samimi değildi” deyince Efendimiz ona;” Sen onun kalbini yarıp da baktın mı?” diyerek önyargıların İslamiyette yerinin olmadığını ifade etmiştir. 


SATUK BUĞRA HAN DESTANI

Miraç’ta Peygamberimiz, peygamberler arasında tanımadığı bir kimseyi görünce Cebrail’den bu şahsın kim olduğunu sormuş ve cevaben: “ O Peygamber değildir, sizden üç asır sonra, dininizi Türkistan ‘da yayacak şahsın ruhudur” denmiş...

Efendimiz bu habere çok sevinip , ona dua etmiş. Sahabeler de bu şahsın ruhunu görmek isteyince; Hz Muhammet (SAS) ashabının arzularını kabul etmiş ve başlarında Türk külahıyla birlikte , Allah’ın izniyle silahlı kırk atlı belirmiş, selam verenin Satuk Buğra, diğerlerinin de onun arkadaşları olduğu anlaşılmış. 

901 yılının kış mevsiminde Satuk Buğra dünyaya gelince yer sarsılmış, kaynaklar kurumuş, çiçekler açmış. Harikulade değişikliler olmuş. Bu farklılığı gören falcılar hemen annesine giderek:” Senin çocuğun atalarının dinini terkedip, Müslüman olacak onun hemen öldürülmesi lazım deyince; o muhteşem anne:” O henüz çocuktur, masumdur, ne olacağı belli değildir.  Müslüman olduğu zaman düşünürsünüz diyerek çocuğunu kurtarmıştır. Tıpkı Firavun’un elinden Hz. Asiye Hanımın oğlu Hz. Musa (as) yı kurtarması gibi bir hadisedir bu olay. 

Bu kırk kişimin içinde Samani Ebu Nasır da varmış. Onun idare edecek bir vilayeti olmadığından Türklerin arasında İslamiyeti yaymak maksadıyla ticarete başlamış. Bir gün rüyasında Hz. Peygamberimiz kendisine:” Kalk Türkistan’ın yolunu tut! Orada tekin Satuk Buğra Han, müslüman olmak için seni bekliyor” demiş. O da sevinerek 300 kişilik bir kervanla yola koyulup henüz oniki yaşında olan Satuk Buğranın hidayete vesile olmuş. 

Oniki yaşında ava çıkan Satuk Buğra, gördüğü bir tavşanın peşine atını sürüp arkadaşlarından ayırmış. O zaman tavşan, ihtiyar bir adam şeklini alıp, genci yanına çağırmış ve ona şu mühim nasihatları vermiş: “ oğlum, yolunu şaşıranları niçin takip edersin? Allah’ın çizdiği yola gir, dünya ve ahiretini cennet eyle” demiş ve cehennemlik olanların hallerini mana aleminde ona göstermiş. Satuk müslüman olmuş ve o ihtiyar, “ aradığın şahsı Allah sana gösterecektir “ deyip, oracıkta kaybolmuş. Ebu Nasır Samani ile karşılaşan Satuk, müslüman olup, Abdülkerim adını alır ve Cami inşaatlarına başlar. 

O zaman Türkistan denilince,  bugün bildiğimiz Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan ve Azerbaycan bölgelerinin hepisi kastediliyordu. 

Satuk’un babası ölünce, amcası; annesiyle evlenmiş ve hakan olmuş. Yeğeninin camiler yaptırdığını duyunca, büyük bir hışımla gelip vazgeçmesini istemiş. Abdülkerim de ona müslüman olmasını, kendisinin asla vazgeçmeyeceğini söyleyince; yer yarılıp amcası yerin dibine girmiş, 926 yılında Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlı Hükümdarı olmuş. Doksan altı yaşına kadar İslamiyet yolunda mücadelesini sürdürmüş. Böylece Karahanlılar İslamiyeti kabul eden ilk Türk Devleti olmuşlardır. Çinlilere savaşmış, İslamiyeti bugünkü Moğolistan sınırlarına kadar götürmüşlerdir. 


ALLAH (CC), DİNİNE HİZMET EDENİ BULUR

Maide Süresi 54. Ayetinde Yüce Allah şöyle buyurur: “ Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki )Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli); kafirlere karşı ise onurlu ve şiddetli bir toplum getirecektir. Bunlar Allah yolunda cihat ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir. “

Bu ilahi müjdeye layık olabilmek için kişiler, sülaleler, soy ve kabileler hatta milletler güçleri nisbetinde mücadele etmişlerdir. Ne demektir “Allah’ın onları, onların da Allah’ı sevdiği bir toplum “ olabilmek? Bu ne müthiş bir şeydir! Bu müjde Fatih’e İstanbul’u aldırmış, asırlardır Türk Milletine serhat boylarında nefes aldırmış, gayri müslim ayırımı olmayan bir millet olarak islam dininin içine gönül huzuruyla daldırmıştır.  

  Bu destanla Türklerin müslüman olması, Meşhur Miraç gecesine kadar gider ve Efendimizin duasına misafir eder. Destanlar, halkın dilinde dolaşan hikayelerdir, İslamın hakikatıyla karıştırılmamalı fakat, büsbütün de hayali sayılmamalıdır. Hakikatle hayalin karışımı olarak kabul edilmelidir. 

Yukarda ifade edilen ayetin, milletimizi işaret eden yönünün öne çıktığını bir çok İslam alimi işaret etmiş; bu milletin tarih boyunca verdiği islam mücadelesi, şehitleri ve gazileri de gerçeği gözler önüne sermiştir. Merhum Mehmet Akif, Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay ve Said Nursi gibi zatlar bu hususu dile getirmişlerdir. 

Hatta Bediüzzaman: “ Ey Türk Kardeş, bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslamiyetle bütünleşmiş , ayrılmak mümkün değil, ayrılırsan mahvolursun. “ demektedir(Mektubat 436)

 Sahabe devrinde fertler bazında başlayan, Emeviler döneminde hayli mesafe alıp, 751 Talas Savaşı ile kucaklaşan bir yükseliş hep sürmüştür. Abdülkerim ile devletleşmiş, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi ile devleşmiştir. O nedenledir ki bütün dünya kamuoyunda Türk denince İslam, müslüman denilince de milletimiz ilk akla gelen millet olmuştur. Bu bizim için onu, şeref ve bir o kadar da mesuliyet meselesidir. 

Türkler, İslamiyetle bütünleşmiş, tarih boyunca esaret altına düşmemiş ve sürekli devlet kurmuştur. Her ırk ve her dinle beraber yaşayabilmiştir. Zaten İslam dini ırkları inkar etmez, isbat eder, onlara vazifesini bildirir; üstünlüğün Allah’a kullukta olduğunu beyan eder.  

Cihan hakanıydı benim şanlı ecdadım,

Allah için yollarda yürüdü adım adım.