Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet Ali AYDIN


İYİLİK YAP DENİZE AT …

İYİLİK YAP DENİZE AT …


Hicri ikinci asır gönül sultanlarından Abdullah bin Mübarek hacca gidiyordu. Günlerce tozlu yollarda mesafe alıp nihayet Mekke’ye ulaştı. Göz yaşları içinde Kabe’yi tavaf edip Arafat’a çıktı. Mina’da şeytan taşladı, vicdan huzuru içinde tekrar Mekke’ye dönüp tavafını yaptı.

Ayrılacağı son gecede bir rüya gördü. Abdullah’a gelen iki melek onun yanında şöyle konuşuyorlardı. Biri diyordu ki:

-Bu sene üç yüz bin hacı geldi, ama içinden haccı kabul olacak biri çıkmadı.

Abdullah buna çok üzüldü ve dayanamayıp sordu:

-Bütün hacıların emeği boşa mı gitti? Hiç birininki de kabul olmadı mı?

Melek şöyle açıkladı:

-Şam’da Emeviye Camii cemaatinden Abdullah bin Muvaffak adında hacca niyetlenip de gelemeyen bir kişi var. İşte o kişinin hürmetine Allah, bu seneki hacıların haccını kabul etti, yoksa durum tehlikeliydi.

Abdullah bin Mübarek hemen yola koyulup Şam’a varmaya niyetlendi. Hacca gelmediği halde bütün hacıların haccının kabul olmasına sebep olan o zatı görmeyi istiyordu.

Dere tepe demeden yol alan Abdullah bin Mübarek, nihayet Şam’a vardı. Emeviye Camii cemaatinden Abdullah bin Muvaffak’ı arayıp buldu.

Kendisine misafir olmayı istediğini söyledi. Adam bu isteği kabul etti. Akşam sohbet ederken, ona niçin hacca gelmediğini sordu. O da başından bir olayın geçtiğini, onun için üç senedir hac için hazırladığı parayı harcadığını ve o nedenle gelemediğini söyledi.

Abdullah:

-Neymiş başından geçen bu olay anlatır mısın? Diye sordu. O da anlatmaya başladı.

-Hac paramı uzun zamandır biriktirip tam yola çıkmaya niyetlendiğim günlerdi. Hamile eşim bir gün ısrar etti:

-Komşunun evinden et kokusu geliyor, ne olur bana bir parçacık et getir! Canım çok çekti.

Bende gidip komşunun kapısını çaldım. Durumu anlattım. Gözü yaşlı, benzi solmuş komşu kadını, titrek sesle özür dileyerek bu etten veremeyeceğini söyledi.

Ben de merak ettim:

-Bizden ne kötülük gördün ki, üzeri yüklü (hamile) hanımımın istediği bir lokma eti esirgiyorsun, dedim. Kadın mecbur kalınca şöyle konuştu:

-Benim çocuklarım çoktur. Ne var ki hepsi de bir haftadır yiyecek bir şey bulamadılar, aç yatıp kalkıyorlardı. En son gün hayatları tehlikeye girdi. Bende gidip çöplüğe atılmış bir hayvan leşi buldum. Ondan et kesip getirdim. Şimdi kokusunu duyduğunuz et, o leşin etidir. Biz aç kaldığımız için bize helaldir, yiyebiliriz, ama si maşallah siz hacca niyetlenecek kadar zenginsiniz. Bu etten yemeniz size haramdır. Onun için size veremem!..

Ben bu açıklama karşısında beynimden vurulmuşa döndüm. Hemen eve gidip nafile hac için biriktirdiğime paranın tamamını da işte bu komşuya verdim. Tekrar hacca gidemeyişim bundandır. Çok üzgünüm. Demek ki Rabbim bana nafile haccı nasip etmeyecekmiş ki karşıma böyle bir durum çıkardı.

Abdullah bin Mübarek derhal şu açıklamayı yaptı:

-Üzülme, Allah senin bu yaptığın yardımı öyle bir hac yerine saydı ki, bütün hacıların haccını da bu yüzden kabul etti.

Alabilene ibret var, alamayana nasihatin ne faydası var. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Diyen bir Peygamberin ümmeti olarak; yakınımızdaki komşumuzdan başlayarak uzaktaki komşularımıza ne kadar faydamız var. Acaba kendimizin ihtiyacı varken elimizdeki bir varlığı komşumuza verecek kadar cömert miyiz? Ki bu başkalarını tercihin en faziletlisi. Bunu yapanımızın olduğunu tahmin etmiyorum.

Acaba evimizde fazlalık olan ihtiyacımız olmayan şeyleri ihtiyacı olan komşularımıza verebilecek erdemde miyiz? Çoğumuz bırakın ihtiyacımız olmayanları vermeyi, zekatımızı, sadakamızı ve hayır ve hasenatlarımızı layıkı ile yapabiliyor muyuz?

Çok uzatmanın da aslında gereği yok. Bazılarımıza ne anlatılırsa anlatılsın “vız gelip, tırıs gidiyor”. Ama bilinen bir şey var ki; elimizle ne verirsek bizimle o gidecek vesselam. Toplumumuz da Abdullah bin Muvaffak’ların sayısı ne kadar çok olursa muhtaçların sayısı da o kadar azalacaktır…