Bostan ve Gülistanda kedinin kanadı olsaydı adlı hikâyede; Musa aleyhisselam bir derviş görmüş. Derviş, giyeceği olmadığından kendisini kumların içine sokmuş.
Derviş: “Ey Musa, dua et de Allah bana biraz dünyalık versin. Yoksulluktan ve takatsizlikten nerede ise canım çıkacak.”
Hazreti Musa, dua etmiş ve Allah o fakire istediği dünyalığı vermiş.
Birkaç gün sonra Hazreti Musa münacattan dönerken bir kalabalık görmüş. O adamı yakalamışlar. Halk da başına üşüşmüş, orada toplanmış. Hazreti Musa keyfiyeti sorunca demişler ki:
“Şarap içip sarhoş oldu, kavga etti ve bir adam öldürdü. Şimdi de onu kısasa götürüyorlar.”
Miskin kedinin kanadı olsaydı, serçenin tohumunu yeryüzünden kaldırırdı.
Bazı acizler ellerine kudret geçer geçmez, kalkıp acizlerin kollarını bükerler.
Hazreti Musa, Hak Teâlâ’nın hikmetini bir kere daha anladı ve Huzur-u İlahi’de yaptığı cüretten dolayı af talep edip şu ayeti okudu:
“Eğer Allah, kullarına lüzumundan fazla rızık verseydi, yeryüzünde ne azgınlıklar yaparlardı.” Şura Suresi 27. Ayet)
Ey mağrur kişi! Seni ne azdırdı ki, tehlikeye düşüp sonunda helak oldun. Keşke Karınca uçmaz olsaydı!
Alçak bir kimse bir makama geçer, altın ve gümüş sahibi olursa başına tokat ister. Şu meseli söyleyen hâkim değil miydi? Karıncanın kanatlanmaması kendisi için daha iyidir. Çünkü karınca kanatlandıktan sonra çok yaşamaz ölür.
Babada bal çok ama oğlunun harareti var. Bal, harareti artırdığından ateşli hastalara bal verilmez.
Allah seni servet sahibi yapmıyorsa O, bunu böyle muvafık görüyor demektir. Senin için hayırlı olan şeyi O senden daha iyi bilir.
Hikâyemiz bu kadar. Alan için çok güzel öğütler var, almayan için hiçbir işe yaramaz bir hikâye…
İnsanoğlu halinden şikâyetçi olmayacak, Yüce Allah’ın yaptığı taksimata şükredecek. Benim payıma düşen budur demesini bilecek. Hakkımızda neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bilemeyiz. Taksimatı biz kullar yapsak belki de haksızlık yaparız ve hep kendimize yontabiliriz. Ama paylaştıran Yüce Allah ise onun bu taksiminde bir bildiği vardır.
Nice insanlar var ki bir makam ve mevkie gelmeden, mal, mülk ve servete kavuşmadan öce sakin, sessiz, kendi halinde ibadet ve taatinde olduğu halde bunlara kavuşunca yüz seksen derece dönüş yapabilir ve azgınlaşabilir. Gurur ve kibire kapılabilir. Bambaşka bir kimliğe bürünür ki Allah korusun hem dünyasını hem de ahiretini kaybedebilir.
Bu demek değil ki hiç mücadele etmeyelim, çalışmayalım, miskin miskin Cenab-ı Hakk’ın taksimine razı olalım. Hayır, biz çalışacağız, çabalayacağız, elimizden gelen gayreti göstereceğiz sonra da halimize şükretmesini de bileceğiz. Ben şunu yaptım, bunun yaptım ama halim ortada falanca hiçbir şey yapmadı ama adamını buldu da şöyle şöyle oldu demeyelim. Belki de bu onun mahvına sebep olacak. Bunu biz bilemeyiz.
Çöldeki adamın her tuttuğu altın, inci ve mercan olsa bütün bu zenginliğin ona bir faydası olmaz. Belki bir damla su orada kilolarca altından daha elzemdir. Mideniz rahatsızsa dünyanın en lezzetli yemeklerini yeseniz size bir tat vermez. Belki de sizin eceliniz olur.
Bu nedenle neyin bizim için hayırlı olup olmadığını bilme şansımız yok. Ayeti Kerime de “ Sizin hakkınızda neyin hayır, neyin şer olduğunu siz bilemezsiniz. Sizin hayır bildikleriniz ser, şer bildikleriniz hayır olabilir!” demiyor mu?
Hikâyede mal sahibi olan adamın hali ortada, mal sahibi olunca ilk işi içip sarhoş olmak, kavga etmek ve cinayet işlemek olmuş. Sonra da kendi sonunu hazırlamış oldu.
Biz hüküm verici değiliz hüküm verecek olan Allah’tır. Biz O’nun hükmüne tabi olmak durumundayız. Gerisi beyhude gayret olur.