Shane Larkin Türk kamuoyuna şöyle seslendi:
"7 yıl önce, Türkiye’ye hiçbir beklentim olmadan gelmiştim. Sevdiğim oyunu oynamam için gittiğim sıradaki bir duraktı. 7 yıl sonra, burası benim ikinci evim oldu. Beni kabul etmeniz ve desteklemeniz sözlerle anlatılamayacak bir anlama sahip. Tüm ülkeden gördüğümüz sevgi ve destek, ana hedefimiz olan altın madalyadan çok daha değerli. Kardeşlerim haline gelen takım arkadaşlarıma, koçlarımıza, yöneticilere ve bu macerada emeği geçen herkese teşekkür ederim. Göğsümdeki Türkiye yazısıyla sahaya çıkmak benim için onurdu. Sonsuza dek sizden biri olacağım ve sizi kalbimin en derinliklerinden seviyorum. Teşekkürler Türkiye.”
Stern dergisine konuşan Dennis Schröder ise, Almanya'da Dirk Nowitzki'ye gösterilen sevginin kendisine asla gösterilmediğini; bunun nedeninin ise kendisindeki koyu ten olduğunu belirtiyor ve diyor ki: "Dirk Nowitzki 2008 Pekin Yaz Oyunları'nda bayrağı taşıdığında 14 yaşında televizyonun karşısında oturuyordum. O zamanlar 'Ne kadar harika, bundan daha büyük bir takdir olamaz' diye düşünmüştüm. Ancak bugün biliyorum ki, bu büyük bir onur, ama benim için Nowitzki için olduğu gibi asla aynı olmayacak."
Bu iki "devşirme" basketçinin durumları bize neyi anlatıyor? Şunu: Larkin'in yukarıdaki sözlerini, Almanya'yı basketbolda dünya ve Avrupa şampiyonu yapan Dennis Schröder'e, kafasına silah dayasanız bile söyletemezsiniz! Türkiye'deki bütün diğer olumsuzluklara rağmen, Larkin'in sözleri, kültürümüzün, Alman ırkçılığı karşısındaki "büyük"lüğünü gösteriyor!
*
Ömrümün yarısından fazlasını geçirdiğim Almanya, ne yazık ki hâlâ ırkçılık illetiyle yaşayan bir ülkedir. Kendi beyaz tenlerini ve kültür geçmişlerini iflah olmaz - ama kendilerine belli ki zevk veren! - bir hastalık gibi KİMLİKleriyle birleştirmişlerdir. Buna göre; "Alman olmak" demek; beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlü olmak demektir.
Tarihin cilvesi, daha doğrusu Küreselci Firavunluk'un ulus devletleri imha yolunda silah olarak kullandığı GÖÇMEN KAKALAMA (!) siyaseti, Almanya'yı da tam bir göçmen ülkesi hâline getirmiştir. Bu arada, dünya çapında göçmenliği destekleyen aynı Çete (George Soros'u hatırlayalım), Alman ırkçılığına da "Yürü ya kulum!" demektedir. Örneğin populist-ırkçı diye tanımlayabileceğimiz AfD (Almanya İçin Alternatif) Partisi, Küreselci Firavunluk'un has elemanlarından olan ve bence kendisi de büyük insanlıkla ilgili faşistçe/ yıkıcı edimlerde bulunan Elon Musk tarafından büyük para yardımlarıyla desteklenmektedir.
Toparlarsak: Türk milletinin önemli vasıflarından biri, "yabancı"yı/ "öteki"ni kategorik olarak KÖTÜ diye damgalamaması; tam tersine, onu, kendisi gibi bir İNSAN (Tanrı kulu) saymasıdır. ("Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü"). Makalemi, Yunus Emre'den bir dörtlükle bağlayayım:
"Yetmiş iki millete Bir göz ile bakmayan Halka müderris olsa Hakikatte âsîdir."
KÖR NOKTA KÖŞESİ
Alman futbol millî takımının teknik direktörü Julian Nagelsmann, Galatasaray'a transfer olan Leroy Sane'yi takım kadrosuna almıyor ve bu kararını (mealen) şöyle açıklıyor: "Sane, futbol kalitesi açısından ALT BİR LİĞ'de oynuyor. Alman Milli Takımı'nda yeri yok!"
Kendisi bu ırkçı sözleri, Suudî Arabistan'ın Al Nassr FC takımında futbol oynayan Christiano Ronaldo için söyleyebilir miydi? Tabii ki hayır! Çünkü, zavallı ırkçı maçası yemez! (Deyim için özür dilerim). Kendisi, bütün tepeden bakıcı horozlanma çabalarına karşın bir zavallıdır; çünkü, ülkesi Almanya'nın USRAEL ve İngiltere tarafından yönetilmesine gıkını çıkaramazken, küçük aklıyla Türkiye'ye ve Sane'ye saldırmaktadır.
MUZMİN IRKÇILIK'tan söz ederken neyi kastettiğimi Julian Negelsmann örneği en bariz şekilde anlatıyor, sanırım.