‘Bakınız şu çeşmenin haline su içecek tası yok, kırma insanoğlunun kalbini yapacak ustası yok’ dizelerini duymayanımız yoktur sanırım. Hayatta ne yaparsak yapalım, yapacağımız her iş ve işlemde, çok iyi düşünerek kalp kırmadan sonuç almaya çalışmalıyız.
Bu arada “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.” sözünü de unutmamak gerekir. Hele hele Peygamber Efendimiz (S A V) Hazretleri’nin redde uğramayacak; “Ana babanın çocukları hakkındaki duaları, misafirin ev sahibi hakkındaki duaları ve mazlumun zalim hakkındaki dualarını da unutmamak lazım.
Özellikle bu üç duaya önem vermeli, bu duaların bedduaya dönüşmemesine dikkat etmelidir. Aksi halde redde uğramayan bu üç dua, eninde sonunda bir sebeple kabul olur. Hem de dini kaynakların tarifine göre namludan çıkan kurşun gibi hedefini bulur ve muhatabını vurur.
Özellikle yapılan zulmün, haksızlığın, kırıcı ve incitici baskı ve dayatmaların sonunda kırık,dökük gönülle mazlumun yaptığı bedduasından korkmalıdır.Çünkü kırık gönüllü mazlumun duasının arşıalaya kadar yükselip Rabbimizin manevi huzuruna engelsiz ulaştığı hadislerle de hatırlatılmıştır. Yine güvenilir kaynaklar mazlumun kırık gönülle yaptığı beddualardan örnekler verir, ibret almamız için ikaz ve uyarılarda bulunur. İsterseniz böyle ibret alınacak bir kırık gönüllü mazlum duasını paylaşayım sizlerle.
Horasan’ın meşhur valisi Abdullah bin Tahir, muhterem ve mübarek bir idarecidir. Ancak yönetime geçince ister istemez hatalar da yapar, zulüm de işler. Nitekim bir gece mahallede rahatsızlık verip şikayetlere sebep olan bazı başıboş kimseleri toparlayıp valinin huzuruna çıkarmak üzere önlerine katarak götüren bekçiler, bir ara bir suçlunun sokaklardan birine dalarak kaçtığını görürler. Suçlunun peşine düşen bekçiler, sokakta önlerinde yürüyen masum bir demirciyi, ‘kaçan sendin’ diyerek yakalayıp suçlular arasında valinin huzuruna çıkarırlar.
Geceleri halkı rahatsız eden bu suçlulara olan kızgınlığı sebebiyle ayırım yapmadan, soruşturma gereği duymadan emir veren vali, “Bunların hepsini de atın zindana. Akılları başlarına gelinceye kadar kalsınlar orada!. Geceleri halkı rahatsız edip de şikayetlere sebep olmak neymiş anlasınlar.” der.
Böylece akşam geç vakte kadar çoluk çocuk rızkı için çalışmaktan yorularak evine dönmekte olan demirci de suçlular arasında zindanı boylamaktan kurtulamaz. Üzerine kapatılan zindan kapısının arkasından kırık gönülle yaptığı bedduası ise şundan ibaret olur.
“Ey Rabbim, beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar onlar da uyuyamasınlar yataklarında!.” O sıralarda evinde yatağına uzanan vali ise, daha gözlerine uyku girer girmez müthiş bir sarsıntı ile uyanır. Hemen fırlar yatağından, bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun rüyaymış, diyerek tekrar uzanır yatağına. Ne var ki, yine gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı başlar. Yine fırlayıp sağa sola bakar. Derken sabahlara kadar mazlum demirci zindanda nasıl uyumazsa zalim vali de evindeki yumuşak yatağında öyle uyuyamaz.
İnsaflı vali, sabah olunca, “Bunda bir hikmet olabilir, birine bir zulüm mü yaptım acaba?!” diyerek hapishane müdürünü çağırtıp sorar. “Bu gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir mazlumun bedduasını mı aldım acaba.” der. Müdür bey kendisinin de işittiği bir mahpusun duasını anlatır. Vali, “ Hemen o demirciyi getirin buraya” der. Vali, huzuruna getirttiği demircinin suçsuzluğunu öğrenince özür dileyerek demirciyi serbest bırakırken “Başına böyle bir iş gelirse hemen beni ara!.” tembihini de yapar.
Bunu üzerine demirci, “ Seni neden arayayım? Bana zulmeden sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine O’na yaparım. Zira O (CC), senin evini sabahlara kadar başına yıkacak halde sallamasaydı sen yine beni aramayacak, zulmünü sürdürmekten geri kalmayacaktın.” cevabını verir.