Bizim çocukluğumuzun yayla evleri ya böyle yığma ağaç kütüklerinden olurdu ya da taş yığma şeklinde olurdu. Tek katlı ve çoğunlukla tek bir mekandan olurdu. Zaman zaman bu 45-50 metre kare alanda 15-20 kişi kaldığımız zamanlar olurdu.
Siz hiç ot yatakta yattınız mı? Yeni yetmeler nereden bilsin. Onlar ortopedik fabrikasyon yataklara alışıklar, ot yataklar onları bozar. Biz çocukları gece ne olur ne olmaz yün yatakları ıslatmasınlar diye ot yataklarda yatırırlardı.
Ateş sadece evin köşesinde ocak başı dediğimiz yerde yanar, üşüyenler de onun başına üşüşürdü. Kalın kalın odunlar atılırdı ki çabuk yanıp geçmesin diye. Onun verdiği sıcaklığı değme kaloriferler veremezdi. Hele yanan odunun çıkardığı çatırtı bize halk müziği gibi gelirdi.
O ocak başlarında yaşlılarımızı bize gün görmedik masallar anlatırlardı. Hele bazen anneannem korkulu masallar anlatınca o gece sabaha kadar cinler ve şeytanlarla mücadele etmekten uyamaya fırsat bulamazdık.
Sanki bunları niye anlatıyorum ki çağımızın hastalığı olan telefon ve internet bağımlısı gençlere. Onlara kim nerede ne yapmış, kimin eli kimin cebinde kim kiminle sevgili olmuş, kim evlenmiş kim boşanmış onları anlatmak lazım. benim anlattıklarım onları neden ilgilendirsin ki.
Ne yazık ki Cem Karaca'nın bir şarkısında söylediği gibi "Bindik bir alamete. Gidiyoz kıyamete. Sokaklarda rezalet diz boyu, ar namus tertemiz. Ben evin içinde o kıyafetle gezsem bırak çocukları hanımdan utanırım, onlar sokakta geziyorlar onlar değil onları görünce biz utanıyoruz.
Çoğunun ar damarı çatlamış. Allah sonumuzu hayırlı eylesin. Ne diyelim...