Muhtar, tedirgin bir halde:
- Neymiş Hocam? Dedi.
- Senin bu işin başını çekiyor olman.
- Ne yani? Ben şimdi size yalan mı söylüyorum?
Müftü:
- Elbette.
- Bu imam yerinde mi kalacak?
- Suçsuz birini ne diye rahatsız edelim?
- Ama ben muhtarım, köyümüzden gitmesini istiyorum, imamın.
Müftü, artık kızmıştı:
Senin paşa keyfin aşkına böyle bir haksız işlem yapamam. Senin yapacaın iş, bu çirkin iftira kampanyasına bir son vermendir. Beni daha fazla konuşturma. Önce, kendini düzelt sen Muhtar.
Kasketini aldığı gibi kapıdan çıkıp gitti Muhtar.
Köyün okulunda görev yapan bir öğretmen vardı. Adı İbrahimdi ve o köylüydü. Duyduğu iftiralara inanmış ve Ahmet Hoca’yı dövmeyi kafasına koymuştu.
Nüfus müdürü iken emekli olan ve köyüne yerleşen Mustafa, çok dindar bir insandı. Şu yaşına kadar, hiç bir yanlışı olmamıştı.
İbrahim Öğretmen’in Hoca’yı döveceğini haber alınca, varıp böyle bir şeyi yapmamasını, çünkü ortada çirkin bir yalandan başka bir gerçeğin bulunmadığını, dövmesinin hem hoca, hem kendisi ve hem de köy için çok kötü olacağını söylemişti, işte bu emekli Nüfus Müdürü.
Bu hatırlı adamın sözünü dinleyen İbrahim Öğretmen, hiç de şık olmayacak olan fikrinden vaz geçti. İşine gücüne baktı.
Müftü’nün kendisini aşağılayan söz ve tavırlarını bir türlü içine sindiremiyordu Muhtar.
Dünyada, benzerleri hiç de az olmayan bu gibi utanmaz insanlar, her vakit, toplum için sorun makinası olmuşlardır. Tıpkı bu Muhtar gibi.
Ahmet Hoca, sadece kendisini belki bir dost, belki bir Muhtar olması sebebiyle uyarmış ki, şu iyi niyet, nelere mal oluyordu.
Köy ikiye bölünmüştü denebilir bu yüzden.
Bir kere Muhtar, o günden sonra, cuma namazlarını başka köylerin camilerinde veya ilçede kılmaktaydı.
Bu yaptığı şey ise, doğrudan doğruya köylüyü kuşkuların karanlık kuyusunda birbirine düşürmek değilse neydi?
Birleştirici olması gereken Muhtar, bölücüydü halkı. C.... Köyü, o civarın en tanınmış köyü idi. Böyle şeyler, pek bilinmez, olmaz, duyulmazdı o köyde.
>>>devam edecek…..