Bugün, 31 Ekim 2024 Perşembe

Muzaffer GÜNAY (GİZEMLİ HİKAYELER)


NAMUS LEKE KALDIRMAZ-6-

GİZEMLİ HİKAYELER


 

Köylüler bir malzeme daha bulmuşlardı.

Koca kış nasıl geçecekti?

Herkes değil tabii ama, köyün büyük bir çoğunluğu koca emekli Müdüre bunu yakıştıramıyorlardı.

İmamla arası iyi olmayan biri idi bu dedikoduyu yayan. Olayın aslı şu idi:

Nurcihan adındaki genç evli bir bayan, bir gün evinin önünde yün didikliyordu. Birden bire sarası vurmuş ve bayılıp yere düşmüştü.. Dünyadan haberi yoktu. Olacaktı ya tam o sırada, evin önünden geçen emekli Nüfus Müdürü, ağzından köpükler saçılan bu bayana yardımcı olmak istemiş ve yanına varmıştı. Bir zaman ayıltmak için uğraşmış, eve geçmiş, vitrinden bir kolonya bulmuş ve kadını ayılt-mıştı. Hiç bir kötü niyeti olmamıştı.

Nurcihan, bu olayı bütün safiyetiyle, teşekkür meyanında bir iki kişiye anlatmıştı. Kulaktan kulağa ve yalanlarla büyütülen bu olay, işte, “Mustafa, Nurcihan ile beraber oldu“ biçimine dönüştürülmüştü.

Ama, artık ok yaydan çıkmıştı.

Mustafa, şu yaşına değin, hiç kimsenin namusuna dönüp bakmamıştı bile. Köy kahvesine girdiğinde, bazıları kendisine alaylı alaylı bakıyor, bazıları, masasına bile davet etmiyor, kimileri de yüz çeviriyordu.

Sevim, vaktiyle Mustafa’nın kendisi ile alakalı olarak kocasının arkasında namaz kılmayı terketmeşine o kadar içerlemişti ki, bir seher vakti seccadesinin başında şöyle bir beddua etmişti. 

"Allahım!             

Hiç kimsenin hakkımdaki pis dedikodularından yılmadım, sabrettim, sana güvendim. 

Fakat, Mustafa denen bu adam, beni çok incitti. İftira nasıl şeymiş, ona tattır, Ya Rabbi!”

Muştafa, Sevim hanımın bedduasına uğramıştı aslında. Olayın iç yüzünü bilenlerden Aliağagil’in Po-lat, Mustafa ya gidip Ahmet Hoca ile helalleşmesini söyledi ise de, Mustafa şüphesinden kurtulamadığını, bir imama bunu yakıştıramadığını söyleyerek inadında ısrar etti.

Hayatın cilvesine bakılsın ki, Ahmet Hoca yıllardır süre gelen onca ağır dedikodulara dayanabilirken, emekli Nüfus Müdürü, daha yeni başlayan dedikodu furyası önünde duramamaktaydı. Hemen her yerde ve hemen her gün, kendisi konuşuluyordu. “Kızı yaşındaki bir saralıya kuşak çözecek kadar alçak adam..“ olarak niteleniyordu.

Bir akşam hanımı ile tartıştı Mustafa:

- Gitmeliyiz bu köyden, diye homurdandı. Hanımı ise oldukça muzdarip, ama gitmeme konusunda kararlı olarak:

-              Şunun bunun keyfi için yerimi yurdumu bırakamam bey, bırakamam, diye söylendi.

-              Yoo yo, diye devam etti Mustafa, artık dayanamıyorum bu dedikodulara.

Hanımı:                

-              Asi yok başı yok, ne dert ediniyorsun ki? Dedi. 

-              Ateş düştüğü yeri yakar. Bu dedikoduların beni ne kadar yıprattığını anlamıyor

musun hanım? 

-              Kaale alma! Gülüp geç. İşine gücüne bak!

-              Hayır gideceğim, sen gelmesen de gideceğim. İnsanlar bu kadar nasıl alçalabiliyorlar? Anlamıyorum hanım, anlayamıyorum.

Hanımı, ayaklarını yere vurarak:

-              Ben yerimden kımıldamam, dedi.

Bu arada Muhtar, ağır bir hastalığın pençesine düşmüştü. Bağırsak kanseri teşhisi ile haftalarca hastanede yatmıştı. Köyü artık birinci aza yönetiyordu.

Müftü, birinci azanın karakteri yüksek biri olduğunu öğrenmişti. Bundan dolayı memnundu. Çok eziyet çeken İmam ve hanımı ile alakalı, yıllardır süre gelen baskının azalacağını bekliyordu.

Öyle de oldu.

Berat, Ahmet Hoca’nın ısrarlarına rağmen, önceki sık ilişkilerini azalttı.

Böylece, dedikoduların yavaş yavaş azaldığı görüldü. Bir çok kimse, artık İmama cemaat olmaya başlamıştı önceki fikirlerinden dönmek suretiyle. Sevim, giderek rahatlamaktaydı. Gerçek yavaş yavaş anlaşılıyordu.

Mustafa, inandığı bir yalanın peşine düşmenin (İmamın ardında namaz kılmamak suretiyle) manevi azabını en şiddetli biçimde çekmekteydi.

Baktı ki, artık köyde duramayarak; çareyi bir başka yere göçmekte buldu.

Karısı ise köyünde kalmıştı. Mutlu bir yuva böylece parçalanmıştı.

-              Ahmet Hoca, daha uzun yıllar bu köyde görev yaptı.

Muhtar mı? O çoktan ölmüştü.

SON