Değerli okurlar tarihten bir anekdotla yazıma başlamak istedim. Navarin kasabası Mora yarım adasında yer alır. Navarin’deki Koy içinde demirli bulunan Osmanlı İmparatorluğu Donanmasının Büyük Britanya-Rusya-Fransa Donanmalarının İngiliz Amirali Komutasında birleşerek irili ufaklı savaş ve yardımcı gemilerin bulunduğu 60 parçalık gemiden oluşan Donanmamız bir kata kulleye getirilerek 27 Ekim 1827 tarihinde tamamı batırıldı. Bu baskından sonra Osmanlı İmparatorluğunun denizlerdeki iddialı varlığı son bulmuş, çok stratejik bir konumu olan Mora Yarım adası kaybedilerek Yunanistan Kurulmuş ve Yunanistan’ın bu devletlerin desteğiyle, bizim aleyhimize olacak şekilde sürekli genişlemesi Sakarya Meydan Muharebesine (23 Ağustos-13 Eylül 1921) kadar devam etmiştir.
Değerli okurlar, tarih bizler için her zaman gelecek analizlerimizdeki en önemli referanstır. Osmanlı İmparatorluğunun, duraklama ve gerileme dönemleri yaşanmış olsa da Batı karşısındaki en güçlü rakiplerden biri olma özelliğini yine de korumaya devam etmiştir. Denizciliğin, Dünya Hâkimiyetin de ki en belirleyici etkenlerden biri olduğu dönemde Dünya’nın o dönemin süper güçleri olan İngiliz-Fransız-Rus donanmalarından birleşik Deniz kuvvetinin amirali, Osmanlı Donanmasının başındaki deniz paşasına haber göndererek, Navarin Limanında ve açıklarında demirli donanmamızın bulunduğu koy alanına savaş için gelmediklerini söyleyerek, girmek üzere izin isterler. Bizim paşamızda izin verir. Bizim donanmamızın sağına soluna demirleyen çok güçlü birleşik donanma, pozisyonunu ayarlamalarına müteakip 27 Ekim 1827 gecesi bir bahane üreterek toplarını ateşleyip 3 saat içinde Koca Donanmamızı denizin dibine gömdüler. 6.000 bahriyelimizi de şehit ettiler. Mora Yarımadasında başlayan ve 1822’de bağımsızlıklarını ilan eden Rumların İsyanı, 1827 yılında tam bastırıldığı günlerde bu olay sonrası artık, Yunanistan Devleti adı altında, kalıcı olarak baş belamız olmaya devam etmektedir. 200 yıllık politikaların da sürekli, bize karşı süper güçleri yanlarına alarak taciz etmekten asla vazgeçmediler. Batı dediğimizde karşımız da onlara 1941’de katılan ABD olmak üzere yine aynı devletler durmaktadır. Aynı şekilde kalleşlikleri, yalancılıkları, hinlikleri şerefsizlikleri devam etmektedir.
Değerli okurlar, Türk Devlet aklı, 100 yıl önce Anadolu’yu ve doğu Trakya’yı kurtarmamızı sağladı. 1918-1922 yılları arasında, Türklük yok olmanın eşiğinden döndü. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde verdiğimiz kurtuluş savaşı mücadelemizden ancak bugün ki sınırlarımızı kurtarabildik. Tarihte, Türklüğün en zayıf ve aciz kaldığı yüz yıl 20. Yüzyıldır. Şükürler olsun ki 20. Yüzyıl geride kaldı. 21. Yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Dönemi içinde karşılaştıracak olursak, Batı karşısında ki askeri gücümüzü 200 yıl sonra ancak tekrar benzer konumlarda kazandık. Fakat şimdiki gücümüzü, gerileyen değil, her geçen gün daha da güçlenerek devam eden sürecin içinde olduğumuzu görüyoruz. Bu sürece en dipten gelerek ulaştığımızı da unutmayalım.
Değerli okurlar öyle bir dönemdeyiz ki, Süper güçler olarak gördüğümüz Batıdakiler ile doğudakilerin tel tel dökülmeye başladığını görüyoruz. Özellikle diktatörlüklerin, kendi içlerinde ilk kırılmaları başladı. Yeni Dünya Düzeninin planlayıcısı küresel finans elitlerinin rol model devleti olarak sunduğu ÇİN’de, doğrudan devlet liderini hedef alan halk ayaklanmaları başladı.. Bu çok iyi. Buradan anlıyoruz ki Tüm Dünya’ya dayatılan küresel kölelik modeli sistemin, pilot uygulaması olan Çin’de iflas etmiştir. ABD’yi sanayi ülkesi haline getiren akıl, ÇİN’e kaymış ve ÇİN’de yeni bir model olarak Modern Kölelik sistemini uygulatmaya başlatmıştı. ÇİN’deki Komünizm vs. hepsi yalandır. Tamamen kölelik sistemi hâkimdir. Eğer Çin halkı başarabilirse Küreselcilerin kaybettiğini söyleyebiliriz.
Değerli okurlar, 200 yıl önce karşımızda sürekli yükselen bir Batı ve onun karşısında sürekli gerileyen ve mevzi kaybeden bir Doğu vardı. 200 yıl sonra ise sürekli gerileyen bir Batı ve onun karşısında sürekli yükselen bir Doğu var. Doğu dediğimiz de aklınıza sadece Çin gelmesin. Bunun Endonezya’sı, Malezya’sı, Singapur’u, Hindistan’ı, Pakistan’ı da var. Türkiye, Batı ile Doğu’nun tam ortasında hızla yükselen bir güç olarak Tüm Dünya’nın dikkatini çekmektedir. Dolayısıyla bunun tacizlerini yaşayıp, politik ve ekonomik olarak duraklatma, geriletme eylemleriyle daima yüzleşmek zorundayız. Eğer birlik ve beraberliğimizin önündeki engelleri aşabilirsek 21. Yüzyılın 2. Çeyreğine çok farklı gireceğimizden asla şüphe etmiyorum.
Birlik ve beraberliğimizi bozabilecek en önemli sorunlarımızdan olan etnik milliyetçilik üzerinden yapılan kışkırtmalar ve terör ile zaten 40 yıldır mücadele ediyoruz. Sonuna yaklaştık. Din üzerinden yapılan ve yuları Batılıların elinde olan cemaat yapılanmalarıyla ve bunların müptezellikleriyle mücadele edilmelidir. İktidar Partisinin içindeki partizan yapılanmalar kontrol altına alınmalıdır. Muhalefet, hemen kendilerine çeki düzen vermeli ve millileşmelidir. Mezhepsel faklılıklar, her ülkede çok kolay kullanılabilen enstrümandır. Bunun tek çaresi ise Laikliktir. Devlet her inanışa aynı mesafede olmalıdır. İktidarın yıllardır Din üzerinden vatandaşını ayrıştırması ile başlayan yaralar hala iyileşmedi. Artık şu Diyanete çeki düzen verin. Marksistler! Efendileriniz, cemaatlerin yularını tutanlar ile aynı kişiler. Görün artık.
Yüce Türk Milleti! uyanın, bu sefer Navarin olmamalı. Kalın sağlıcakla.