Ülkemizde düşünen, kafa yoran bütün insanlar üzerinde büyük emeği olan değerli şahsiyetlerden birisi de Merhum Necip Fazıl KISAKÜREK’tir. Milli ve manevi değerleriyle hemdem olan, bütünleşerek yaşayan her gencimizin üzerinde Mehmet Akif ve Necip Fazıl gibi yaşadıkları devirlere damgasını vuran; edebiyat, şiir, felsefe üstadlarının üzerimizdeki emekleri çok büyüktür. Eğer bugün bir avuç bile olsa fikir ve zikir ehli bir gençlik varsa bu güzel insanların emeklerini hesaba katmamız gerekir.
Göçüp gideli bile bu fani dünyadan tam 33 yıl olmuş.
SAATİM İŞLEMİŞ BEN DURMUŞUM
Merhum Üstad, şairler sultanı olarak bilinir ve gerçekten bu hakkıyla alınan ve sevenleri tarafından kendisine verilen büyük bir gönül makamıdır. Sevmediği, kendine layık görmediği gençlik yıllarında öyle bir Allah dostuyla tanışır ki, adeta gönül dünyasında şimşekler çakar. Bundan sonraki hayatı onun gerçek kimliği olacaktır. O dönem için şöyle diyecektir:
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum..."
1934 yılında Van/ Başkale doğumlu büyük bir maneviyat önderi Seyit Abdulhakim Arvasi ile tanışır. O tanışma anını şöyle özetler bize:
“Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız,
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız.”
“Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;
Bir akşam ki zaman, donacak kadar güzel.”
Maneviyat dünyasına girerken, camiye girer gibi, namaza durur gibi edep ve adaba riayet etmek gerekir. O meydan enbiyalardan el alan evliyaların ve Hak dostlarının alanıdır. Mahalle kabadayısı gibi girenler dahi; bir ermiş, bir olmuş olarak çıkarlar oradan.
Merhum Necip Fazıl, o dergaha girişi şöyle tasvir eder:
“Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere sarılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarışmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!”
ÖZLENEN VE BEKLENEN GENÇLİK
Gençliğe hitabesinde söylediği gibi, "zaman bendedir ve mekân bana emanettir! şuuruna vakıf; "dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı" olmuş; "can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik. “
“Kim var!” Diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan, fert fert “ben varım!” Cevabını verebilen, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatacak bir gençlik...”
Büyük bir tasavvuf erbabının benzetişiyle, “zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...”
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa dahi, gelmiş geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara kusura bakmayın ama, “siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız, gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiç birisi başımıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek müslümanlığın, ne idüğünü ve nasıllığını gösterecek bir gençlik...
"Allah'ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunmuş, ondan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımamış ve onun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görerek" yaşamış bir dava adamı, bir fikir adamı, bir çile adamıydı Üstad.
"Namaz yarama ilaç yanık yerime merhem.
Onsuz ebedi hayat benim olsa istemem..." diyen bir amel adamıydı.
Sünnet'i ve Peygamber(sav)'i hayatın dışına taşımak isteyenlere ders verircesine;
"Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!" diyen bir Peygamber ve sünnet aşığı idi.
"Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz, barkımız bizim."
diyen bir umut ve gelecek vadeden karakter insanıydı.
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar." diyen bir Maraşlı, fakat İstanbul sevdalısıydı.