Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Muzaffer GÜNAY (AŞK HİKAYELERİ)


ÖĞRETMENDİR BENİM YÂRİM (9)

UNUTULMAZ AŞK HİKAYELERİ


             -Baban nasıl?

            -Öğretmenini seviyor musun?

            -En çok sevdiğin ders hangisi?

            Bu soruları yönelttiğim Yaşar, Zeyneb’in  küçük kardeşiydi. Bir dut ağacının dibine bağdaş kurup oturmuş, sarı saman kağıda kara kalemle resim yapıyordu. Henüz 2. Sınıf öğrencisi olduğundan olsa gerek, çizdiği resim doğal olarak pek de resme benzemiyordu. Öte yandan bir, iki dakikadır esen hafif rüzgârın etkisinden defterin yaprakları kalkıyor, Yaşar ince parmakları ile dağılan samani boş sayfaları düzeltmek için kendince  uğraşsa da olmuyor ve resim yapmayı bırakıyor.

            Konuşmak istemiyordu. Oysa, ben biraz konuşmak için gelmiştim yanına. Dedim ki:

“Ablanın gideceğine üzülüyor musun?”

            Konuşmadı, başı ile üzüldüğünü ifade etti.

            -Peki, ya ablan?

            -Hı hı.. Çok..

            Azıcık sessiz kaldı; burnundan gelen akıntıyı dirseği ile temizlerken:

            “Her akşam ağlıyor ablam. “ Dedi.

            “Ya gündüzleri?”

            “Bilmiyorum::”

            “Annen, baban da üzülüyor mu?”

            “Yok, seviniyorlar bile, öğretmen olacak diye.”

            Cebimden çıkardığım sarı on kuruşu yavrucuğa verip ayrıldım. Zeyneb’in  benden ayrılmak zorunda kaldığı için göz yaşı döktüğünü düşünüyor ve için için ben de ağlıyordum. Birkaç gün sonra köyden ayrılacaktı sevda çiçeğim. Ne yapıp edip görüşmeliydim.

            İki gün sonra  Zeyneb’imi  (bostan biraz aşağıda idi ve hariçten içindeki insanı görmek olası değildi) bizim evin sundurmasından bostana inerken görünce, bir saniye bile beklemeden evimizin üst tarafındaki yola çıktım. Ne yapıp edip yavuklumla son kez görüşmeye çalışacaktım.

            Neticede kimselere görünmeden bostana indim. Ayak sesinden ürkmüştü Zeynep. Başını kaldırıp beni görünce, dondu kaldı diyebilirim. Gözlerini bana değil, başka yöne çevirmiş halde, buradan hemen gitmemi istedi.

            Kararlıydım:

            “Son kez görmeye geldim seni bitanem. Son bir kez.”

Göz pınarlarından solgunlaşmış yanaklarına ince çizgiler halinde inen damlalar bana her şeyi anlatıvemişti. Sevda çiçeğim, hıçkırıklara boğuldu. Titrek sesiyle inledi:

            “Sensizliğe nasıl dayanacağım Ekrem? Düşünmek bile istemiyorum, ne ki elimde değil bazı şeyler. Fakat, okulu bırakıp dönersem kimse şaşırmasın!.”

            Ellerini tutup öptüm ve adeta dil dökercesine uyardım:

            “ Sakın haa, aklına bile getirme dönme işini. Dost var, düşman var. Sabırlı ol! Dayanmalısın gülüm, sabrın sonu esenliktir. “

            Tedirginleşti birden; gözlerimin içine bakarak:

            “Eğer evlenirsen, beni ölmüş bil!” diye inledi.

            O ana kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Omuzlarından tutup alnında ince bir buse bırakıp :

            “Asla! İki dünya bir araya gelse, başka biri ile evlenmem, evlenmeyeceğim..”

            Derin derin nefes alıp verdi:

            “Yarın sabah erkenden…” sustu birden ve başını yıktı.

            Sarılıp öpmemek için zor tuttum kendimi.

            Bir tavşan gibi kısa ve fakat yavaş adımlarla bostandan çıkarken sevda gülüm; ben alt taraftaki fındık bahçesine inerek evin yolunu tuttum. Her ihtimale karşı kendimi saklamış oluyordum böylece. Derinden gelen gök gürlemesi, kısa sürede gelecek olan sağanağın habercisiydi bu arada.

           

                                               ****************

            İlk bir ay içinde yavuklumun gidişine alışmak ne kelime, aksine sanki yıllar olmuş gibi dokunmuştu bana. Annem, bu halime hem öfkeleniyor, hem de üzülüyordu. Babam ve kardeşlerim ise her şeyden habersizdi.

(devamı gelecek sayıda)