Bugün, 28 Nisan 2024 Pazar

Muzaffer GÜNAY (AŞK HİKAYELERİ)


ÖĞRETMENDİR YÂRİM BENİM (5)

UNUTULUMAZ AŞK HİKAYELERİ


          Bahçeden köy yoluna çıktık. Yol hiç bitmesin istiyorduk. Ne var ki, bu temennimizin bir karşılığı yoktu; zira akşam karanlığı çökmekteydi.

          Aşkımızı bizden maada bilen yoktu. Bilinmesini, duyulmasını hiç istemiyorduk. Oldukça erken yaşımıza rağmen, bunu akıl edebilmişiz ki, epey reşitlerin dahi pek düşüneceği bir fikir olmasa gerek.

          Hele babamın duyması hiç istemiyordum. Faraza kulağına gittiğini var sayalım. Dakkasında küçük müçük demez, alır  beni ayağının altına, eşek sudan gelinceye kadar üstümden inmezdi, adım kadar emindim bundan. Yani? Yanisi şu: Babam, babasına hiç mi ama hiç çekmemişti huy olarak. Malum, Allah her kullarını değişik değişik huyları ile yaratır. Dini literatür ile  Sünnetullah (İlahi Yasa) diyelim buna. Annem, babamın tam zıddı tabiatlıdır. İncitmek nedir hiç bilmezdi. Hasılı kelam, şimdilik dedikodu belasından uzak olmanın rahatlığını yaşıyorduk. Bununla beraber, sevda çiçeğimle elimiz yüreğimizdeydi. Köy yeri küçüktür malum olduğu gibi, herkes birbiriyle komşudur, hısımdır, akrabadır. Şeytan kulağına kurşun!

            Yaz hiç bitmesin istiyorduk. Ki, her gün, her saat, her dakika  beraber olalım.  Lazım değil kış, hiç uğramasın köyümüze. O zamanlarda benliğime yerleşen  kış antipatisi,  emin olun şu yaşımda bile aynen devam ediyor.

                                                                      

                                                           *****************                           

            Yaz mevsiminin en sıcak günleri idi.  Zeynepciğimle her gün değilse de iki günde bir hayvan otlatmaya gidiyorduk. Zeynep de tıpkı benim gibi ailesinin en büyük çocuğu idi. Bundan ikimiz de memnunduk tabii ki. Değilse, görüşmelerimiz, buluşmalarımız tesadüflerin insafına kalmış olurdu.

            Yine günlerden bir gün inekleri, danaları, otlatmaya götürdüğümüz bir bahçede buluştuk. Her zaman aynı bahçede değil tabii. Dört bahçede sınırdaş olduğumuzu bir vesile ile daha önce belirtmiştim. Bahçelerimizin  bitişik olması, aşkımızın ikinci, üçüncü ağızlara sakız olmasını engelliyor, hiç değilse geciktiriyordu.

            Bahçe temizliği için Zeynep’ten izin alıp işime döndüm. Bir, iki saat kadar çalıştım. Biraz moladan sonra bir palaz ocağının dibine çöktüm, bıçkıyı elime aldım ve ocağı en dışından itibaren çerden çöpten arındırmaya başlar başlamaz, simsiyah. parlak derili, azman bir  sokağı yılanı ( zehirli yılan) havaya yukarı sıçradı; ani bir pik hareketiyle göz menzilinden çıkarak  kayıplara karıştı.

            Yalanı hilafı yok, korkudan dilim tutulmuş halde yığılıp kalmıştım olduğum yere ; fakat bilincim yerindeydi. Dedemin öğrettiği ne kadar dua varsa hepsini çabuk çabuk okudum; okudum, okudum; tabii ki içimden.

            Birkaç dakika sonra, başıma birinin dikildiğini ayak sesinden anlamıştım. Zonklayan başımı yukarı kaldırıp yarı puslanmış gözümle hemen tanıyıvermiştim. İlk  ve son aşkımın ta kendisiydi. Hemen çöktü, başımı dizlerine koydu. Göz pınarlarından dökülen damlalar  uçuklayan dudaklarıma  şıp şıp düşüyordu. Benden fena idi sevda çiçeğim aslında. Birkaç dakikamız sükutla geçmişti. Beynimiz uyuşmuş, dilimiz lal olmuştu. 

                                  

Yetmezmiş gibi, önce derinden derine gelen gök gürültüleri peşinden ardıardına parlayan şimşek çakışları…Tekrarlayan fakat az öncekilere göre kat kat fazla gök gürlemeleri. Ve şiddetli sağanak.  Kıyametimiz kopmuş, mezarımız yüzde yüz burası olmuştu. Başka bir ihtimal söz konusu dahi değildi.

            Zeynebime  salavat getir diyeceğim, ne ki dilimi kıpırdatamıyorum; dua okumasını hatırlatacağım ama ben, bende değildim. Belki ilk ve son göz ağrım, benden  daha feci haldeydi, kim bilir.

            Allah’ın işine kim karışabilir ki!.  Yağmur kesilmiş ; kara kara bulutlar çekilmişti. Hala nefes alıp verdiğimize göre sağ idik. Mecazi manasıyla ölmüş ve yeniden dirilmiştik.

         Rahmetlik dedeciğimin öğrettiği duaları okuya okuya Zeyneplerin sığır, dana, tosun bilumum hayvanlarını önümüze katıp köye doğru revan olduk.

Konuşmaya mecalimiz yoktu. Güç bela, sırılsıklam halde köye vardık. Ne Zeynep, ne ben kararlaştırdığımız üzere, ailelerimize yaşadıklarımızın zerresinden bile bahsetmeyecektik; değilse kızılca kıyamet kopabilirdi.

 

                                               ***************

            Bir öğle sıcağında yaşlı bir armut ağacının dibine oturmuş, dereden tepeden laflaşmaktaydık. Dalından kopan çakıl armut, sevda çiçeğimin başına düşmesin mi. ‘’Oy başım!” diye ünledi. Bu kadar feryada ne gerek var ki” dedim. “Vay sen misin bu lafı söyleyen!” der gibi sitem etti, yetinmedi küstüğünü söyledi. İnsanlık hali. İçtenlikle özür de diledim. 

>>devamı gelecek sayıda