Bir gün, yaşlı bir kadın küçük ve sessiz bir kafeye girdi. Eski, yıpranmış çantasını özenle yanındaki sandalyeye koydu ve yavaşça oturdu. Genç garson kız menüyü uzattı; yüzünde yorgun, sabırsız bir ifade vardı.
Yaşlı kadın titrek ve yumuşak bir sesle sordu:
“Evladım, bir dilim pasta ne kadar?”
Garson hiç düşünmeden hızlıca cevap verdi:
“160 lira.”
Kadın başını hafifçe eğdi. Ceketinin cebine uzandı ve bir avuç bozuk para çıkardı. Paraları tek tek dikkatle saydı. Ardından, daha da nazik bir ses tonuyla tekrar sordu:
“Peki, sade bir kek dilimi ne kadar?”
Garson, sabırsızlığını gizleyemeyen bir tonda karşılık verdi:
“120 lira.”
Yaşlı kadın gülümsedi:
“O halde bana sade keki getir kızım.”
Garson omuz silkerek uzaklaştı. Birkaç dakika sonra keki getirip masaya bıraktı—fişi de sessizce yanına koydu.
Yaşlı kadın keki yavaşça yedi; sanki her lokmada eski bir anıyı çiğniyormuş gibi… Arada bir camdan dışarıdaki oynayan çocuklara baktı. Yüzünde huzurlu bir ifade belirdi.
Yemeği bitirdiğinde sessizce ayağa kalktı. Parayı dikkatle masaya dizdi ve ağır adımlarla dışarı çıktı.
Bir süre sonra garson kız masayı toplamak için döndüğünde olduğu yerde donup kaldı.
120 liralık ücretin yanında…
fazladan 40 lira bahşiş duruyordu.
Genç kızın boğazı düğümlendi. Gözleri doldu.
O anda anladı ki…
Yaşlı kadın aslında istediği pastayı almaktan vazgeçmişti, sırf küçücük bir iyilik bırakabilmek için.
Pişmanlık dalga dalga içini kapladı. Kendi sabırsızlığından, aceleciliğinden ve yargılayıcı tavrından utandı.
O gün, genç garson sade bir kekin ardına saklanmış büyük bir ders öğrendi:
İnsanları cüzdanlarına, siparişlerine ya da görünüşlerine göre değerlendirme.
Asıl değer, kalplerinin büyüklüğündedir.
Çünkü bazen…
en mütevazı seçimler, en zengin ruhlardan gelir.
