Eski zamanlarda bir adam varmış. Bu adamın bir ayısı varmış. Köy köy, şehir şehir dolaşarak, ayısını oynatır; geçimini bundan sağlarmış. Ayısı kendisine çok bağlı imiş. Adam da ayısını bir arkadaş, bir evlat gibi severmiş.
Çok sıcak bir günmüş… Adam, ayısını yularından çekerek bir şehre girmiş. Şehrin meydanında büyük bir kalabalık varmış. Kalabalığı görünce sevinen adam, meydanın bir kenarında ayısını oynatmaya başlamış. Herkes, büyük bir keyifle gösteriyi izlemiş. Ayının sahibi de o gün çok para kazanmış. Adam da ayısı da iyice yorulmuşlar.
Zaten kalabalıkta yavaş yavaş dağılmaya başlamış. Biraz dinlenmek isteyen adam, ayısı ile beraber yakında ki bir koruya gitmiş. Bir ağacın altına uzanmış. Oracıkta uyuya kalmış. Ayı ise, sahibini yanı başında beklemeye başlamış. Uyumakta olan sahibine bir zarar gelmesin diye, dikkatli bir şekilde etrafını kolaçan ediyormuş.
Birde ne görsün? Büyük bir sinek, uyumakta olan sahibinin alnının ortasına konmuş. Bunu gören ayı, fena halde öfkelenmiş. “Aman sahibi uyanmasın. Çok yoruldu, biraz dinlensin.” Diyerek sineği kovmak için harekete geçmiş.
Ayı; “eğer, kuyruğumla bu sineği kovalamaya çalışırsam, sahibimi uyandırırım. Öyle ise ben, bu sineği öldüreyim.” Diye düşünmüş.
Yerden büyük bir taş almış. Bütün gücüyle adamın alnının ortasında dolaşan sineğin üzerine fırlatmış.
Neye uğradığını şaşıran adam, çığlıklar atarak hemen orada can vermiş.
Sinek mi? onun kaçtığını söylemeye gerek yok.
İnsan, dostunu iyi seçmelidir. Yoksa başına çok iş gelir.
(Türk Masalı)