Bugün, 19 Mart 2024 Salı

Arzu ŞENEL


SEL GİDER KUMU KALIR

SEL GİDER KUMU KALIR


Hayat böyledir… Kimilerine göre evrene gönderilmiş mesaj, bana sorarsanız Allah’a arz edilmiş dua, hiç ummadığınız anda çıkar gelir.

Tıpkı o akşam gelen kısa mesaj gibi…

Marmaris’te yangın bölgesine su taşırken şehid olan Şahin’i unutamamıştım günlerce. (Mekânın cennet olsun güzel çocuk, o günkü duamla “ Melekler sana Kevser Irmağı”ndan su taşısın inşaAllah”…)

Ne mutlu demiştim, şu hayatta karınca misali su taşıyabilenlere ve safı belli olanlara. Baksan benim de safım belliydi elhamdülillah ama nasibe düşmemişti su taşımak.

Oğlum Gençlik Festivali’ne gitmek istediğinde Sinop epeyce gündemimizde oldu Ağustos başında. Hatta “Ben de geleyim.” Dedim. Gülüştük klasik anne oğul muhabbetimizi yaptık.

Oğlum döndükten birkaç gün sonra düştü ajanslara felaketin haberi.

Kastamonu ve Sinop…

Hayat kaynağımız can kaynağımız su, canımızı alıyordu.

Evler, köprüler karton maketler gibi savrulup gidiyordu sel sularının önünde.

Bir film karesi izler gibi izlemek, acıya seyirci kalmaksa garip bir durgunluğa sevk ediyordu ruhumu…

Akşamüzeri rehavetini işte o mesaj sesi bölmüştü. Her zamanki bildirimlerden sandığım mesaj Sinop/Ayancık çağrısı yapıyordu. Yerimden fırlayıp gelen numarayı aradıktan sonra aileme haber verdim.

İlk defa sahaya gidecektim, eğitimler dışında bir şey bilmiyordum, ekip arkadaşlarımın kim olacağı da dahil…

Adını koyamıyorum ama tecrübe etmenizi dilerim bu duyguyu.

Ertesi gün yola koyulduk, Sinop’ta KYK yurduna yerleştik ki parantez açıp öğrenci yurtlarının artık daha iyi durumda olduğunu görmekten memnun olduğumu belirtmeliyim.

Ayancık’ta konaklama imkanı olmadığı için sabah gidip akşam dönecektik.

Ve sabah erkenden yola koyulduk.

Çizme, eldiven, kürek vs malzeme temini sonrası nihayet ilk adrese ulaştık.

Selin elinin değdiği  evler, sebze ve meyve bahçeleri, yollar arabalar, balçık ve çamurla aynı renge boyanmıştı..

Sel yeniden resmetmişti adeta..

Ayancık’ta tek tesellimiz can kaybı olmamasıydı, ötesi canın yongası…

Dört katlı bir binanın bodrum katı, Mehmetçik’e selam verip el ele başladık karınca misali çalışmaya.

Bilenler bilir bende Mehmetçik dendi mi akan sular durur!

Çocukluktan kalma. Asker olmak istemişliğimiz de vardı hani bir zamanlar, nasip…

Ne de olsa Peygamber ocağı mübarek.

Evvel biz çocuktuk asker amcaydı, ağabeydi e şimdi yaş kemale eriyor yavaştan kardeş deyip evlat deyip basıyoruz bağrımıza.

Ayaklarına taş, gözlerine yaş değmesin!

Beraber günü akşam edip biz Sinop’a geri dönüyoruz.

Ertesi gün gittiğimiz adresin hikayesi biraz daha hazin. Kredi çekilerek alınmış bir bodrum kat…

Birkaç gün önce yapılan düğünden kalan beş ailenin kaldığı bu dairede faciadan komşunun zile vakitlice basması ile kurtuluyorlar.

Hayatta kalmanın buruk sevinci, balçık içinden çıkan her eşyaya düşen gölgeli bakışlar insanın içini burkuyor.

Sürekli arızalanan vidanjör, dairenin basık havası biraz zorluyor bizi.

Bir telaş başlıyor ev sakinlerinden. “Bakan gelecekmiş. “ dediler.

Onlar canla başla, heyecanla o perişan tablonun ortasına protokol sandalyeleri dizse de üzüldüm, çok üzüldüm hem de..

Biz orada değildik ayrıldık sonra detayları bilmiyorum ama tek bildiğim, değil bakan kim gelecekse habersiz gelsin!

Biliyorum kraldan çok kralcıların işgüzarlığıdır bu. Ama buna meydan verenler de hissesine düşeni alsın.

Bari böyle günlerde tribünlere oynamayı bırakalım!

Ötesini başka bir yazıya bırakıp devam edelim..

Bizim gönüllülerden biri hassasiyetle çamurdan çıkardığı Kur’an-ı Kerim’i götürüyor ev sahibine.

O ânı görmenizi çok isterdim..

Bu ağır tablonun içinde nice güzel kare yerini aldı gönlümüzde velhasıl..

Bir başka evde alabildiğine Anadolu kokan Fatma teyze ile tanışıyoruz.

Diyor ki; gecelerce uyuyamadım selden sonra, siz geldiniz, sizi gördüm ya bu gece rahat bir uyku uyudum.”

Evet işten yana makineler yapıyor da can yarasını sarmaya başka bir can arıyor…

İşte tam da bu sebeple mühim gönüllü çalışmaları.

Hâlâ değil iseniz ertelemeden gönüllü ordusuna hemen katılın derim…

Fatma teyze başta olmak üzere Ayancık’taki dostlara en kalbi selamlarımı gönderiyorum.

Söz aldık gelecek inşaAllah Ordu’ya.

Mola verdiğimiz anlarda kısa sohbetlerimiz oluyor askerimizle. Kim bilir hangi hatıranın izini taşıyor Haydar Komutan’ın sessizliği…

Osman Oğuz’un eşi Fatsalı imiş, damat çıktı anlayacağınız.

Yozgatlı (Adem) “Yeni evliyim abla yirmibeş gün oldu. “ diyor. Gözleri ışıl ışıl gösteriyor düğün resimlerini. Rabbim hep güldürsün o gözlerinizi…

Bana İslam’ın şartını sual ediyor Üzeyir asker : )

Uzman olmadan evvel gezdiği ülkeleri anlatıyor Kemal kardeşim.

Ailesini, çocuklarını hasretle anlatıyor Furkan kardeşim.

Adanalı (Selçuk) kızı Güneş’in doğum gününe davet ediyor.

Nasipte varmış tanış olmak gidiyoruz, güler yüzlü eşleri ile de tanışıyoruz tek tek.

Sivil hayatta da öyle güzel birliktelikleri var ki hepsinin.

Yeri mi değil mi bilmem ama belki birilerinin kulağına su kaçar, Uzman askerlere kadro verilsin artık diyerek dönüş yoluna geçelim…

Çay molası verdiğimiz bir mekândan kalkmak üzere iken mekân sahibi elinde bir tepsi çayla geliyor.

Arkadan bir masayı işaret ederek “size bu çayları gönderdiler ve hesabınızı ödediler diyor.”

Birbirimize bakıyoruz buğulu gözlerle.

Bütün kimliklerden azade oluyoruz o ân.

Ötesini söylemeye kelimelerim kifayetsiz. Dalga dalga süzülen al bayrağın esintisi yüreğimde…

Afad Gönüllüsü arkadaşlarımla çıktığımız yolda, hatıralardan kalan birkaç kum tanesini paylaşmaya çalıştım sizinle.

Sürc-i lisan etti isek affola

Kalın sağlıcakla…