Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Arzu ŞENEL


SENİ SEVMEK…

SENİ SEVMEK…


Sevgili Peygamberim, rehberim, tanışmayı ümid ettiğim, dilediğim..

Selâmların en güzeli Senin ve ashabının üzerine olsun… 

Aylardan ne hatırlamıyorum.

Pencereden yağmuru izliyorum, parmağımla buhara bir şeyler çizerken kulağım babamda, burnumda kuzineden yayılan yemeğin kokusu. Annem her anne gibi yemek, çamaşır, bulaşık telaşında.

Babam duru bir su gibi sakin…

Ve bu sükunet okuduğu Mevlid-i Şerif’in tınılarına sirayet ediyor.

Önceleri anlamıyorum sadece bu tınının akışına bırakıyorum kendimi.

Sonraları babam anlatmaya başlayınca bambaşka bir yolculuk başlıyor hayal dünyamda.

 Babam anlatıyor, hep anlatıyor…

Belki anlatmayı sevdiğinden,  belki de gözlerimden aynı şeyi ondan kırk kere dinlesem de bıkmayacağımı okuduğundan…

Babam anlatmıyor yaşıyor ve yaşatıyor her bir cümleyi…

 

“Âmine hatundur onun annesi,

O sedeften doğdu O dürdanesi.”

Doğum bölümünü daha çok okurdu babam, aralara anlatımlarını katarak.

Güzel adamdı, ince düşünen adamdı babam.

Bir çocuğa Peygamberi en güzel bu kadar anlatılabilirdi sanırım.

Böyle sevdirilebilirdi.

Ben de onunla sevdim Seni Efendim…

“Karanlıklara doğan bir nur.” dedi babam.

Doğumunun müjdesini, sevincini duydum çocuk yüreğimde.

 

Sonra herkes kızını diri diri toprağa gömerken senin omuzlarına alıp Mekke sokaklarında nasıl gezdiğini de anlattı.

Nasıl gurur duymuştum kocaman kocaman açarken kara gözlerimi…

Çektiğin sıkıntıları anlatırken gözlerinden yaşlar boşanır ama o yaşlar yokmuş gibi anlatmaya devam ederdi..

Gözümün önünde tek tek canlanırdı her biri.

“Uhud Savaşı’nda mübarek dişi kırıldı.” derken bir müddet yutkunur düşünür sonra devam ederdi “ Eğer isteseydi Allah-ü teala bütün cihanı ve dilediği her şeyi verirdi ama O istemedi. Sadece ümmetinin şefaatini istedi. “der ve Sana duyduğu muhabbet yüzünden okunurdu..

 

            Bütün varlığını İslâm uğrunda nasıl harcadığını kıssalarla anlatırken mahzunlaştığında bilirdim ki yine onun farkında olmadığı yaşlar süzülecek kirli sakallı yanaklarından.

“Mübarek karnına açlıktan taş bağlamış.” dediğinde kahrolur, soframızdaki ekmekten hicap duyardı babam.

O seni başka seviyordu, bambaşka.

Bambaşka bir aşkla..

 

Ben de sevdim Seni ama babam gibi değildi.

Sanki koskoca yap bozun orta yerinde bir parça eksikti..

Çok düşündüm, aradım, okudum, dinledim…

Bulamadım o parçayı, yerine koyamadım.

Çünkü biz gördüğüne inanan, maddeci bir sistemin kuşağıydık.

Farkımız buydu babamla…

Ne zaman ki nasip oldu Ravza’na geldim ve işte ancak o akşam yıllarca içimde biriken hasretin, sevgin yağmur gibi indi gözlerimden…

Ben kilometrelerce yol aşıp kavuşmuştum Sana.

Babam hep seninleydi.

Nasip olmadı, sağlığı el verip gidemedi Ravza’na ama ben inanıyorum ve diliyorum ki Senin sancağının altına en çok yakışacaklardan biriydi babam…

 

Şimdilerde bir pencere camına yaslanmış hasretle doğum gününü bekliyorum Efendim, Sana lâyık olamasam da gönlüme vaktiyle ekilmiş tohumların filizleri buram buram gül kokuyor…

Selâm Sana Efendim, çocuk yüreğimin babam kokan hatıraları ile selâm…

Sürc-i lisan etti isem affola…